Emekçileri mağdur edecek zam senaryolarına Merkez Bankası’ndan gelen destek, 2025 yılının zor bir yıl olacağını şimdiden ilan etti. Bir türlü gerçekleşmeyen ve sürekli olarak artırılan enflasyon tahminleri, vergi ve harçlara gelecek olan zamlar gelecek yıla ilişkin olumsuz bir tablo çiziyor. Prof. Dr. Mustafa Durmuş ile ekonomi yönetiminin uyguladığını söylediği enflasyonla mücadele programı ve dezenflasyon sürecini konuştuk.
Prof. Dr. Durmuş, “Cumhurbaşkanlığı ve diğer yetkililer, enflasyonun düşeceğini ve halkın rahat edeceğini söyleseler de, bunun amacı enflasyonu düşürme gayretiyle asgari ücreti gerektiği kadar artırmamak ve böylece emekçilerin yaşam standartlarını düşürmek” diyor.
Enflasyonla mücadele ne noktaya doğru gidiyor? Dezenflasyon süreci neden aksadı?
Bu enflasyon konusu öncelikle bütün dünyanın meselesiydi. Yani özellikle Covid-19 sonrası dünyada zafiyetler ciddi şekilde artmaya başladı. Ancak sonrasında dünya hızla enflasyonu düşürürken Türkiye'de enflasyon deyim yerindeyse aldı başını gitti. Yani OECD ülkeleri içerisinde en yüksek enflasyona sahip ülke konumundayız. Bizden sonraki ülkeye 10 kat fark atıyoruz diyebilirim. Avrupa'nın ortalaması yüzde beş-altı civarındayken, bizim resmi enflasyonumuz, güvenilirliği tartışmalı da olsa çok ciddi boyutlarda. En son resmi olarak yüzde 50’nin altına indirdiler ama gıda enflasyonu gibi halkı doğrudan etkileyen enflasyon çok daha yüksek seviyelerde seyretti hep. Bu da Türkiye'yi gıda enflasyonu konusunda dünya şampiyonu yaparken, halkın yoksullaşmasına, hatta açlık sorunu ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor.
Tablo ortadayken, hükümetin enflasyonla mücadelede ne kadar başarılı ve samimi olduğunu sorgulamak gerek. Uzun süredir hükümet bu meseleyi kendisine dert edinmiş gibi gösteriyor ancak söyledikleri şey hep aynı: "Enflasyonu düşüreceğiz, böylece halkı rahatlatacağız, bunun için de sabretmemiz lazım." Bu doğrultuda faiz oranlarını yüzde elliye kadar çıkardılar ve her ay daha düşük enflasyon oranları ile karşılaşacağımızı söylüyorlar. "Dezenflasyon" diye bir kavramdan bahsediliyor; bu enflasyonun azaltılması anlamına geliyor. Ancak bu ne kadar gerçekçi? Evet, resmi olarak yüzde 80’lerden yüzde 50’lerin altına inen bir enflasyondan söz edebiliriz ama TÜİK verilerinin güvenilirliği tartışmalı. Enflasyonda gerçek bir gerileme var mı, yok mu bu da tartışmalı bir hal almış durumda.
Hükümetin tarif ettiği dezenflasyon süreci, fiyatların artmaması veya düşmesi olarak algılandı. Ancak dezenflasyon, fiyat artışlarının durması değil, yavaşlaması demek. Yani fiyatlar hala artıyor ama daha yavaş. Mesela önceden ayda ortalama yüzde 5 artıyordu, şimdi yüzde 4, yüzde 3 civarında artıyor. Ancak halk her alışverişte daha yüksek fiyatlarla karşılaşıyor, hayat çok daha pahalı hale geliyor. Bu anlamda halkın, özellikle emekçilerin sorunları hafiflemiş değil.
Dezenflasyon sürecinde fiyat artışları aylık yüzde 2,5-3 arasında bir seviyeye oturmuş durumda ve bunu daha aşağı çekemiyorlar. Nitekim enflasyon hedeflerinin tekrar yukarı çıkarılmasında da bu durum ortaya çıkıyor. Örneğin, 2020 yılında enflasyon raporunda yüzde 5 olarak açıklanan enflasyon, yıl sonunda yüzde 14,6 olarak gerçekleşti. 2021’de yüzde 5,4 hedeflendi, ancak yüzde 36,1 gerçekleşti. 2022’de yine yüzde 5 hedeflendi, yıl sonunda ise yüzde 64,3’e ulaştı. Yani bu kadar büyük sapmalar var. Bu açıdan baktığımızda, Merkez Bankası ve hükümetin yıl sonu tahminleri bir türlü tutmuyor. Önümüzdeki yıllara ait tahminler neden tutsun ki?
Neden tutmuyor tahminler?
Bunun birçok nedeni var; enflasyonu kontrol etmek için yeterli uzmanlık kadroları ve titiz çalışmalar olmaması bu faktörlerden bazıları. Bir de tabi ki enflasyonun nedenleri konusunda anlaşamıyoruz. Onlara göre enflasyon bir talep enflasyonu, dolayısıyla toplam talebi kıstığınızda (örneğin yüksek faizlerle) enflasyon düşer. Bize göre enflasyon daha ziyade yüksek döviz kuru ve ithalata olan aşırı bağımlılıkla ortaya çıkan bir maliyet enflasyonu aynı zamanda da bir yüksek kảr enflasyonu. Kuşkusuz 2021 Eylül ayından itibaren Nas’a dayandırılarak düşürülen faiz oranlarını da unutmayalaım.
Ücretlere hedeflenen enflasyon oranlarına göre zam yapılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de ücretli çalışanların neredeyse yarısı asgari ücretle geçiniyor. Dolayısıyla, asgari ücretin seviyesi, sadece o çalışanları değil tüm ücretlileri etkiliyor. Ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkisi geçmişte çok tartışıldı, ancak yapılan araştırmalar bunun büyük bir etken olmadığını gösterdi. Ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkisinin minimal olduğunu gösteren veriler var. Türkiye’de yapılan son çalışmalardan birine göre, ücret artışlarının enflasyona katkısı yüzde 0,20 seviyesinde. Ancak tüm ücretlilerin milli gelirden aldığı pay da yüzde 30’u biraz geçiyor. Yani oran olarak kảrlara göre daha düşük yer kaplayan ücretlerdeki artışlar fiyatlar üzerinde minimal kalıyor.
Kısaca, enflasyonun esas nedeni ise büyük şirketlerin fiyatlama davranışları. Bu şirketlerin fiyatlamaları serbestçe yapabilmesi, enflasyonu körüklüyor. Diğer yandan, 2021 yılında faiz oranlarının düşürülmesiyle başlayan süreç de enflasyonu patlattı. Döviz yükseldi, dengeler altüst oldu. Bu kararın siyasi bir hata olduğu açık. Bu nedenle, enflasyonu işçi ücretleriyle ilişkilendirerek bu konu üzerinden algı yaratmak haksızlık olur. Bu düşünce toplumda da kabul görmüyor.
Merkez Bankası Başkanı'nın, gerçekleşen değil “hedeflenen” enflasyona göre asgari ücretin belirlenmesi gerektiğini ifade etmesi tuhaf bir durum. Bu öncelikle onun görevi değil. Merkez Bankası’nın asgari ücreti belirleme gibi bir yetkisi yok. Asgari ücretin belirlenmesi ile ilgili hükümet karar alabilir. Diğer yandan enflasyonla mücadelede etkin önlemler almadan sadece ücretleri hedeflenen enflasyona endekslemek, tüm faturayı ücretlilere yıkmak anlamına gelir. Geleceğe dönük projeksiyonlarla endeksleme yapılabilir, ancak mevcut koşullar henüz buna uygun değil.
Biliyorsunuz, asgari ücrette artış yapılmadı bu Temmuz ayında. Dolayısıyla beklenen enflasyonu temel almak, “bir kere siz 2024 yılındaki enflasyondan dolayı uğradığınız zararı unutun; onu bizden talep etmeyin demektir”.
Bakın, sözde bazı bilimsel saptamaların arkasına sığınarak bu sözler bize söylendiğinde, aslında bizim enflasyon karşısında kaybettiklerimizin faturasının bize ödettirilmesi söz konusu.
Tahminler de sürekli revizyona uğruyor ve hiçbir şekilde de tutmuyor. Şimdi, neye güvenip de biz geleceğe dönük bir enflasyon tahmini yapacağız? Yani geleceğe dönük enflasyon hesaplarınızın doğru olduğunu, enflasyonu mükemmel bir şekilde hesapladığınızı düşünsek bile, toplumdaki tüm diğer fiyat dinamiklerini, yani işçi ücreti, sermayenin fiyatı faiz gibi her şeyi oturtmuş olsanız belki bunu gündeme getirebilirsiniz. Ama bunların hiçbiri yokken, güvenilmeyen bir enflasyon hesabına göre endeksleme yapıyor olmanız hiç de tatmin edici değil. Bu durum birçok şeyi alıp götürecek gibi görünüyor. Bu nedenle buna itibar etmemek ve kabul etmemek lazım.
Yeniden değerleme oranının ileriye dönük beklentilere göre ayarlanması söz konusu değil ama…
Yeniden değerleme oranı Ekim ayında yüzde 43,93 açıklandı; yani %44 diyebiliriz. Bu ne demektir? Devlet, kendi alacakları olan harçlar, vergi cezaları, motorlu taşıt vergisi gibi birçok alacağını dâhil olmak üzere %44 oranında tahsil edeceğini söylüyor. Eğer endeksleme yapacaksanız, bunu beklenen enflasyona göre endeksleyin ama bunu da yapmaları söz konusu değil. Diğer yandan işçilere zam yaparken % 21’i hedefliyor. Böyle bir adaletsiz olabilir mi?
Kaldı ki, %44 zam yaparak enflasyonu körüklemeyecek misiniz? Yani, devlet kendi alacaklarına yüksek oranda zam yaparken, asgari ücrette düşük bir zam yaparak bunun yükünü yine halka ödettirmek istiyor. Bu yapılırken özel sektöre, patronlara da kıyak geçiliyor.
Endekslemeyle ilgili şunu da söyleyebiliriz: Madem endekslemeyi kafanıza koydunuz, o zaman neden bu endekslemeyi başka şeylere uygulamıyorsunuz? Örneğin, enflasyon dışında işçileri, memurları vuran bir diğer önemli şey var: Adaletsiz Gelir Vergisi dilimleri. Bu vergi dilimleri öyle tuhaf hesaplanıyor ki, asgari ücretteki artış oranıyla ilgisiz bir şekilde hesaplanıyor ve son 22 yıldır adeta gizli bir vergi gibi işliyor. İşçiler, yılın başında aldıkları zam sonrasında, yılın ortasından itibaren bu zamdan yararlanamamaya başlıyor ve yılın sonunda daha düşük ücret alıyorlar. Bunun nedeni, yıl ortasında üst vergi dilimine geçmeleri, böylece neredeyse gizli bir elin cebinden bu parayı alıp götürmesi. Yani işçiler böyle bir endeksleme yapılmadığı sürece enflasyona yenik düşürülüyorlar.
Madem her şeyi endekslemenin doğru olduğunu düşünüyorsunuz, neden vergi dilimlerini de enflasyona göre endekslemiyorsunuz? Tabi ki bu son 20 yılın enflasyonu dikkate alınarak yapılmalı. Sadece önümüzde ve tutmayacağı şimdiden belli olan bir % 21 hesabına göre yapılmamalı. Geçmişte kaybettiklerimiz bize geri verilmeli.
Peki, 2025 yılı nasıl bir yıl olacak?
2025 yılında, asgari ücrete yüzde 55 artış dahi yapılsa, asgari ücret 26 bin TL seviyesine ulaşacak. Ama benzer bir şekilde açlık sınırı da yükselmiş olacak ve halk açlık sınırında yaşamaya devam edecek. İktidarın dediği gibi yüzde 30 artırılmış olsa 2025 için asgari ücret 22 bin 102 TL olacak; bu da yıla açlık sınırının altında kalan ücretle başlamak olacak.
Gelecek yıla dair kötümser beklentiler var. 2025 yılı ücret zamları ve enflasyon karşısında dar gelirli vatandaşlar için zor bir yıl olacak. Özellikle gıda fiyatlarındaki artışlar, konut ve ulaştırma harcamaları açısından büyük yük getirecek. Bu nedenle, 2025 maalesef 2024'ten daha kötü olacak; 2026 da 2025'ten kötü olacak.
Bunu önlemenin yolu örgütlü ve birlikte mücadeleden geçiyor. Başta işçi sendikaları olmak üzere sınıfın tüm örgütleri ve demokrasi ve barış güçleri ekonomik hakların da mücadele ile elde edilebileceğini unutmamalıdır.
BirGün