1919 – 1922 arasında dünyaya ve ülkemize tarih sayfalarında şöyle bir bakalım.
Bir yanda galip devletlerin önderi Wilson (Amerika Devlet Başkanı), Lloyde George (İngiltere Başbakanı), Clemenso (Fansa Başbakanı), Orlando (İtalya Başbakanı) ve Venizelos (Yunanistan Başbakanı)…
İşte Bunlar, Yunanistan ordularını, 15 Mayıs 1919'dan sonra İzmir'den Anadolu'ya sürerek koca bir ülkeyi kan ve revan içinde bırakanlardı…
Şehirleri, kasabaları ve köyleri yaktılar, kadınları astılar ve içtiler şarapları; madenleri, buğdayı ve çiçekleri çaldılar ve de çanları, orkestraları…
Öte yanda ise mazlum bir ulusun halk savaşçıları vardı…
Hey nereye gidiyorsun, niye kaçıyorsun?.. Hesabını vermeden yurdumu paylaşmanın.. Hesabını vermeden kanını şehitlerimin… Hesabını vermeden yetimlerimin, savaş dullarımın… Hesabını vermeden yakılıp yıkılan vatanımın… Kaçmak var mı insanlığa hesap vermeden?..
Yunan ordusu, 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Savaşı'nda yenilecek ve gerisin geriye kaçacaktı. Ulusal kurtuluşun ve devrimin parıltısı görülecekti böylece kapkaranlık ufukta..
30 Ağustos… 1922 yılı..
Saat 17.00'de topçu ateşiyle birlikte saatlerce yaktı kavurdu Mehmetçik'in emeği ve kanı zalim dağları, bayırları ve ovaları…
Saat 19.25'e kadar çelikten surlar dövüldü ve işte tam o dakikalarda 5.ci ve 2.ci Kafkas Tümeni ilk olarak girdi düşman mevzilerine. Elini attı zafer tacına. Sonra tüm birlikler hep beraber tacı koydular Mustafa Kemal Paşa'nın başına…
Böylece büzüldü Kızıltaş deresi, Büyük Adatepe, Allıören… Yükseldi Murat dağı, Çalköyü, Dumlupınar… Pençeleşti Vatantepe, Özgürtepe, Zafertepe… Çöktü Batı, Yunan, İstanbul, saltanat, kuvayı inzibatiye… Kükredi Doğu, Türk, Ankara, halk, kuvayi milliye…
Kanı helal olsun Mehmetçik'in. Özgürlük kanıdır 30 Ağustos'ta akan kan, unutma yurttaş. Tekrar gelen olursa, kim geldi, niçin diye sorma. Savaş vatan için, öl bayrak ve tam bağımsızlık uğruna…
Düşman Dumlupınar'a doğru kaçmak istiyordu. 1.ci ve 2.ci Kolordu karargahları ile beş tane tümeni kıskaç içinde inliyordu. Yunan Başkumandanı Trikopis, “Dağ yollarından Çalköy'de toplanın” dedi, dağılmış ve çökmüş birliklerine.
Onlar gece yarısı süvari akıncıları ve ateşten baskıncılar arasında Çalköy'e ulaşmaya çabalarken, üzerlerinde bayraklaşmış hırkaları ve güneşi taşıyan fırkaları ile küçük Asya'nın savaşçıları zelzeleden beter haykırışlarla adım adım yaklaştılar zafere.
Kağnı seslerine karışmış memleket türküleri dillerinde, hesabını almak için Türk'ün hepsinin yürekleri tetiklerinde. Kim miydi onlar?
Mazlum bir ulusun direnişçisi, çetecisi, seymeni, dadaşı, subayı, neferi, kadını, mermisi, kılıncı, hançeri, yumruğu ve yüreği idiler… Dağdan taştan ormandan çayır ve çimenden taşıp gelen kuvayı milliyesiydiler…
Başkumandanlık Meydan Savaşı'nı, “vatan ve namus” uğruna erkekçe dövüşerek kazanmışlardı.