Köy Enstitüleri, bilimsel, laik, demokratik ve karma eğitimi halkın yaşantı ve beklentileriyle buluşturan, Türkiye ve dünyanın ilk özgün eğitim kurumlarıydı. Bu nedenle daha kuruluşta egemenleri rahatsız etmiş, açılmadan Enstitülere karşı savaş açmışlardı.
1920’lerin Türkiye’sinde bir avuç aydının, hükümetin desteğiyle başlattığı bu projenin amacı, gericiliğin karanlığındaki ülkeyi, köylerden başlayarak ışığa kavuşturmaktı.
Projenin üzerinde çok çalışılmıştı. 1927'de kurulan “Köy Muallim Mektepleri” 1937 kurulan “Köy Öğretmen Okulları” ve “Köy Eğitmen Kursları” eğitim sistemini, Köy Enstitüleri'ne götüren temel kurumlardı.
Amaç, köyden getirilen çocukların tekrar öğretmen olarak köye gönderilmesiydi. Bu proje ile köy canlandırılacak, Türkiye çağdaş, aydınlık ve özgür bir topluma dönüştürülecekti. Demokratik, laik cumhuriyeti kurumlaştıracak, geliştirecek ve koruyacak kadrolar yetiştirilecekti. Bunun için yeterince öğretmen, okuryazar bir toplum yaratmak yaşamsal önemdeydi.
Türkiye cehaletin karanlığında çırpınıyordu. İçinde bulunulan durum, kurucu kadroları korkutuyor, çareler aramaya zorluyordu.
1920’nin Türkiye’sinde nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. 40 bin köyün 35 bininde okul ve öğretmen yoktu. Okuma yazma oranı yüzde 3,5’ti. Nüfusun çoğu kadın ve çocuktu. 4,55 milyon çocuk okul çağındaydı. Osmanlı’dan devir alınan 20 ilköğretmen okulu, sonradan açılan köy öğretmen okulları ve “Eğitmen kursları” ihtiyaca yetmiyordu. Buralardan yılda ancak 300350 öğretmen mezun olabiliyordu. Bu sayıyla açık kapanmıyordu. Çare öteden beri üzerinde çalışılan Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaştırılmasıydı. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri yasası, çıkar guruplarının ve gericilerin yoğun muhalefeti içinde, Meclis’teki görüşmelere katılan 426 üyeden, ancak 278 yurtsever milletvekilinin oyuyla kabul edilebildi. Kısa sürede 20 Köy Enstitüsü açıldı. Kapanma aşamasında Van’da açılanla birlikte sayıları 21’e ulaştı.
KÖYLERE BÜYÜK KATKI
Köy Enstitüleri'nde derslerin yüzde 50’si nazari, yüzde 25’i tarım, yüzde 25’i de sanatsal etkinliklere ayrıldı. Köy Enstitüsü’nde yetişen öğretmen aynı zamanda ziraat, sağlık, inşaat, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık, marangozluk ve benzeri alanlarda uygulamalı dersler alıyor, kazandığı deneyimleri köye taşıyarak köyün ve köylünün gelişmesine önemli katkılarda bulunuyordu.
Köy Enstitüsü'nde yetişenler, köylülerin de katkısıyla kendi okullarını inşa edebilecek bilgi, beceri ve donanıma sahiptiler. Birçok Köy Enstitüsü binası ve köy okulunu usta desteğiyle onlar inşa etmişti
Eğitim programları ve planlama yörenin özellikleri de göz önüne alınarak öğretmen, öğrenci, yönetim ve çalışanlarla birlikte planlanır ve uygulanırdı. Denetimi de kendi iç mekanizması içinde yapılır ve değerlendirilirdi. Köy Enstitüleri’nin temel özelliği demokratik bir yönetimi yaşama geçirmiş olmasıydı. Öğrenci, öğretmen, çalışanlar ve yönetim tüm sorumluluğu ve kararları birlikte alırdı. Öğrenci etkinlikleri yarışmacı değil, dayanışmacı bir yaklaşımla yerine getirilirdi.
Bu uygulama iş içinde eğitimin, dünyadaki en özgün örneklerinden biriydi. Köy Enstitüleri sadece köye öğretmen yetiştirmiyor, çok yönlü donanıma sahip, Türkiye gerçeğini bilen ve çözümler üreten köy önderleri yetiştiriyordu.
Öğrenciler her sene, en az 25 klasik kitap okumakla yükümlüydü. Okuduktan sonra kitap üzerinde arkadaşlarıyla yoğun tartışmalar yapıyorlardı. Tiyatro oyunları sergiliyorizliyor, okul sinemasında dünya klasikleriyle tanışıyordu. Öğretmen olduklarında büyük ölçüde kültürel birikime sahip oluyorlardı.
En az bir müzik aletini çalmayı da öğreniyorlardı. Âşık Veysel de uzun yıllar Köy Enstitüleri'nde gezici müzik öğretmenliği yapmıştır.
Köy Enstitüsü öğrencilerince çıkarılan dergilerde öğrencilerin yazıları, araştırma ve incelemeleri yayımlanıyordu. Yaratılan bu iklim, öğrencilerin birçoğunun sanatçı, yazar ve bilim insanı olmasının önünü açmıştı. Köy Enstitüleri’nin en büyük başarısı, tek partinin egemen olduğu bir dönemde, demokratik bir işleyiş modelini geliştirmiş olmasıydı.
Köy Enstitüleri’nde özgüveni yüksek, eleştirel düşünebilen, yaşadığı toplumu kavrayan ve ileri götürme çabası içinde olan, sorun çözebilen gençler yetiştiriliyordu. Bugünse çocuklarımız, not almaya, diploma almaya, sınav kazanmaya ve daha da kötüsü arkadaşlarıyla dayanışmaya değil yarışmaya odaklandırılıyor. Yaşadıkları toplum için hedefleri amaçları yok. Yaratıcılık ve dayanışma duygularına yabancı bir gençlik yetiştiriliyor.
Köy Enstitüsü'ne ayak basan her çocuğa yetki ve sorumluluk veriliyordu. Yaparak, yaşayarak öğrenmek temel ilkeydi. Onlara öğrenmenin ve öğrendiklerini kullanmanın mutluluğu birlikte yaşatılıyordu. Köy Enstitüsü'nde yetişen öğretmenler, köyle ilk yüzleşmelerinde, düzenle çelişkilerinin ayırdına vardılar. Özellikle ağalarla yoğun çelişkiler yaşadılar. Toprak reformunun gündemde olduğu bu dönemde, sözlerinin üzerine söz söylenmeyen ağaların “otoriteleri” zayıflamaya başladı.
GERİCİLERİN SALDIRILARI
1940’ların ortalarına doğru cılız burjuvazi, gericiler ve toprak ağaları işbirliği yaparak Köy Enstitüleri’ne saldırılarını artırdılar. İnönü’nün de desteğini çekmesiyle bakan ve diğer yöneticiler sistemden uzaklaştırılıp, yerlerine egemenlerin istediği yöneticiler getirildi. Enstitülerin eğitim programlarında, işleyişinde değişiklikler yapıldı. Kuruluş amaçlarından uzaklaştırıldı.
Fiilen işlemez hale getirilen Köy Enstitüleri, 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti tarafından 27 Ocak 1954’te tümüyle kapatıldı. Köy Enstitüleri, altı yıllık süre içinde 17 bin öğretmen yetiştirdi. 15 bin dönüm araziyi tarıma elverişli hale getirdi. Buralara su kanalları açarak,750 bin fidan, bin 200 dönüm bağ dikti. 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km yol yaptı. Gittikleri köylerde birçok okul binasının yapılması ve ders araç gereçlerinin üretilmesitemin edilmesi yönünde başarılı çalışmalar yaptılar.
*TÖBDER Ankara Şube Başkanı