Home
05 Eylül 2021 ( 17 izlenme )
Reklamlar

Eski gazeteci, eşinin getirdiği burkayı giydi: Hediye benden değil, Atatürk'ten...


Korkusuz yazarı Can Ataklı, Fügen Ünal Şen'in yıllar önce kaleme aldığı yazısını bugünkü köşesine taşıdı.

Ataklı'nın bugünkü yazısı şöyle:


Yıllar önce birlikte çalışmıştık Fügen Ünal Şen’le.

Çok başarılı bir gazeteciydi, sonra kendi kendini emekli etti, ama yazı hayatına son vermedi.

2004 yılında “Kuytuda büyür hayat” isimli kitabı o zamanlar çok ilgi görmüştü.

Bu kitapta yer alan bir yazısı çok dikkat çekiciydi.

Taliban Afganistan’a hakim olmuştu, tıpkı bugünkü gibi.

İnsanlar diri diri yakılıyor, kafaları törenle kesiliyor, ölmeden gömülüyor, sıra sıra diziliyor ve başlarına kurşun sıkılıyordu.

Fügen Ünal Şen, Afganistan’a giden yine kendisi gibi gazeteci olan eşinin dönerken getirdiği “Burka’yı sadece bir dakikalığına giymiş” ve o kısacık sürede oluşan duygularını dile getirmişti.

2009 yılında Vatan gazetesinde yazarken “Burka” başlıklı bu yazıyı aynen alıp köşeme koymuştum.

O yıllarda hiç olmazsa Taliban’dan kaçma bahanesiyle ülkemize ne olduğu belirsiz yüz binlerce kişi gelmemişti.

Ama tehlike yakındı.

Mevcut iktidarın zihniyetine bakınca bu tehlikenin giderek büyüyeceği de görülüyordu.

İşte o yazıyı bu duygular içinde yayınlamıştım köşemde.

Ama bugün Taliban’a hayranlık duyanlar var ortalıkta ve bunu gizleme gereği duymuyorlar bile..

O yıllarda henüz “Atatürkçü olduklarını ileri sürüp Taliban’ın Atatürk gibi olduğunu, aynı Kurtuluş Savaşı’mız gibi bir antiemperyalist savaş verdiğini söyleyenler” de yoktu.

Yani şimdi durum çok daha vahim.

Bu nedenle Fügen Ünal Şen’in bir kadın duygusuyla kaleme aldığı “burka” yazısını tekrar sunmak istiyorum;

Amerika Afganistan’ı vurdu ya, gazeteci olan eşim günlerini, hatta aylarını orada geçirdi ve Türkiye’ye dönerken, bana armağan olarak mavi, ipekli bir “burka” getirdi.

Evet evet, Afganlı kadınların Taliban döneminde giymeye zorlandıkları burkadan söz ediyorum. Burkayı bavulundan çıkarıp bana uzatırken de “Bunu giydiğin an, armağanın benden değil, Atatürk’ten olduğunu anlayacaksın” dedi.

Burkayı ambalajından çıkarıp, bu acayip örtünün neresine kafamı sokacağımı araştırdım bir müddet. İşlemelerle yapışmış yarım santimlik pencerelerden oluşan kafesi gözlerimin önüne denk düşürmeye çalıştım.

Dünyayı görebilmek için!!!

Daha ilk saniyelerde kendi nefesimden tiksinmeye başlamıştım.

Soluk alıp vermek tam bir işkenceydi.

Ağzıma yapışan kumaş nefesimle ısınıyor, içerde gitgide ağırlaşan bir koku oluşuyordu.

Ellerim de felaket durumdaydı doğrusu. Hareket kabiliyetimi tümüyle kaybetmiştim.

Eşime, “Bunun omuz kısmı neresi?” diye sormuştum burkayı giymeye çabalarken.

O da, “Omuz olursa, burka olmaz. Önemli olan kadının, hiçbir hattının belli olmaması” demişti.

Burkayı giydim.

Aynanın karşısına geçtim ve kendimi aradım!

Yok olmuştum.

Gözlerim, yüzüm, mimiklerim, bakışım, hatta sesim yok olmuştu.

Ezilmiştim.

Küçülmüştüm.

Görüş alanım daralmıştı.

Görebildiğim dünya minik karelere bölünmüştü.

Kafamı çevirmek yetmiyor, vücudumu komple oynatırsam daha fazla bir şeyler görürüm zannediyordum.

Ama olmuyordu. Gözler 180 derece görür ya, benimkiler o an ancak 30 dereceye hakimdi.

Zannedersem bir dakika kalabildim burkanın içinde.

Bir ömür böyle yaşayanları anlayabilmek için, bir dakika zor dayandım, itiraf ediyorum.

Bir çırpıda çıkardım.

 Ama o günlerde evime gelen tüm kadınlara burkayı giydirmeye karar verdim. Benim öğrendiğimin, yani “Atatürk’ün kadınlara en büyük armağanı”nın farkına daha iyi varabilsinler diye.

Çünkü ben, bir kadın için çarşafa bürünmenin ne demek olduğunu, ancak burkanın içinde bir dakika kaldığımda algılayabilmiştim.

Ne vakit karamsarlık dolsa içime, ATATÜRK’ü duyarım:

“Seyahatim esnasında köylerde değil, bilhassa kasabalarda ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif olarak kapattıklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu bizim bencilliğimizin eseridir. Onlar da yüzlerini cihana gösterebilsinler ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şay yoktur” sözlerini.

Ansiklopedi karıştırıp hatırlarım Atatürk’ün bu sözlerinden sonra, Türk kadınının önce peçeyi, 25 Kasım 1925 Şapka Devrimi’nden sonra da çarşafı bıraktığını…

Gülümserim, sessiz şükranlarımla…

https://www.gercekgundem.com/guncel/297431/eskigazeteciesiningetirdigiburkayigiydihediyebendendegilataturkten

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

İsrail'in satın aldığı M-346 uçaklarından ikisi ülkeye ulaştı Okulun oyun alanında makam aracına izin vermeyen müdüre sürgün Ayasofya'nın duvarını 'hatıra' niyetine poşete doldurup götürüyorlar! Kürşat Ayvatoğlu'nun yanında çalıştığı belediye başkanı konuştu! AKP'deki referansı kim?