Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı 28 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olan Cumhurbaşkanı ikinci tur seçimi öncesinde, ilk turda oy kullanmayan 8 milyon seçmene seslendi.
Sözcü’den Ruhat Mengi’ye konuşan Ortaylı, “Bilinçli oy verilmesi çok önemli. Türkiye’de oy kullanmayan 8 milyon insana da şunu söylemek isterim; hani derler ya “Allah’ını seven çıksın ortaya”, hakikaten yurdunuzu seviyorsanız, geleceğinizi düşünüyorsanız ortaya çıkarsınız” ifadelerini kullandı.
Bunun 28 Mayıs’a yönelik bir öngörü olduğunu söylemiyorum, o konuda herkesin temenniden öteye bir şey tahmin edebileceğini zannetmiyorum, olsa olsa geçmişin hatalarını ve yanlışlarını kısa zamanda düzeltmek için bir gün olabilir ve ben zaten önümüzdeki dönemin kim kazanırsa kazansın çok uzayacağına da inanmıyorum, bu çok açık. İktisadi şartlar, dünya şartları bazı konularda çok dirençli ve gerçekten kitlenin desteğini çok kazanmış iktidarları gerektirir ve maalesef siyasi yapımız –en önemlisi odur bence Türkiye gibi artık mobil hale gelmiş, yüksek hareketlilik ve şeffaflık durumuna geçmiş bir toplumda etki gösterebilir. Mühim olan siyasettir, siyasetin başında olan insanların daha etkili, daha yetkili, daha çok milli iradeyi ve halkı temsil eden adamlar olması durumuna geçebiliriz. Tabii bu 23 haftada olmaz ama bu seçim dönemiyle ortaya çıkan yapının kısa süreceğinden herkes gibi eminim.
Evet efendim. Onun için seçimden sonra yapacağımız röportaj artık yapılanmaların ve düzeltmelerin, radikal tedbirlerin nasıl olacağı üzerine olmalıdır.
15 Mayıs’ta Türk toplumu savaşın getireceği kötülüklere artık boyun eğiyor, bu onlara has bir şey değil. Macaristan “Trianon Antlaşması’yla” mahvolmuş, Bulgaristan “Neuilly Antlaşması’yla” mahvolmuş, Almanya beklediği zaferin sonunda adamakıllı bir sopa yemiş ve cemiyet sarsılmış, Avusturya zaten imparatorluğu yıkılıp ortaya çıkan “ne olduğuna ve nereye gideceğine karar veremeyen” bir imparatorluk kalıntısı. Bunlar bizim müttefiklerimiz, hepsinin durumu aynı. Bize de çok kızgınlar, çünkü “Bu Türklere ne oluyor da kalkıp bu Almanya’yla birlikte bize karşı savaşıyorlar, bizi 4 sene meşgul ediyorlar” Britanya’daki görüş bu. Clemenceau (eski Fransa Başbakanı) için de aynı şey söz konusu, Clemenceau’nun barış görüşmeleri yapmak için giden heyete çektiği nutuk değil hakaret herkesin belleğinde; “Siz barbarsınız, haydutsunuz, hiçbir hakkınız olamaz, biz ne dersek onu yaparsınız” diye özetlenebilir. Öyle bir ortamda, hiç kimse hayatından memnun değil, herkesin milli duyguları uyanmaya başlamış, sadece Türklerin değil İmparatorluk’taki başka etnik unsurların da. Karşımızda bir parçalanma duruyor, ona zorunlu olarak “kurtuluş yok” diye katılanlar var, bir de istekli olanlar var. O arada “Biz gideriz, vatanı kurtarırız” diyen çok az akıllı var. Padişaha ve Damat Ferit’e sorarsan –Damat Ferit mütarekenin tek sadrazamı değildir, aklı başında başka insanlar da vardır onlar “Devleti Aliyye’nin arazilerini, topraklarını, bağımsızlığını ne derecede kurtarırız, bunu İngiltere sayesinde yapar mıyız” havasındalar. Bir kısmı da “Hayır efendim, İngiltere, Fransa’yı unutun, bu iş Amerika’yla olur” diyor, bunlar da samimi insanlar, yani herkes pazarda satışa çıkarmış değil memleketi. İnsanlar umutsuzdu. Umutsuzlukla yanlış hedeflere kapılan oldu. Doğruyu 19 Mayıs’tan sonra gördüler ve oraya döndüler.
Halide Edip Hanım da Amerikan mandası hayırlı gibi görüyordu ama baktı ki Anadolu’da aklı başında bir dahi ortaya çıkmış, etrafına iyi niyetli ve dinamik insanları topluyor, kalktı bu tarafa geçti. Onun için İstiklal Savaşı tarihinde artık “aklarla karaları ve grileri iyice inceleyerek” konuşmamız devri geldi zannediyorum. Anadolu’da bir direniş var, bu direnişi örgütleyen yine bu devletin içinden çıkan, komuta kademelerinde önemli mevkilerde bulunan ve önemli insanların, seçkinlerin hepsini tanıyan bir komutan. Padişahla bile yakınlığı var, A Planı’nda; Padişahı ikna ederek Harbiye Nazırı olmak ve o yolla bir darbe yaparak durumu düzeltmek düşüncesinin bile olduğu anlaşılıyor, bu çalışmadı o zaman B Planı’na geçti. Bunun için de Anadolu’daki “Fevkalade Müfettişlik” bir geçiştir, Fevkalade Müfettişlik bir Osmanlı kurumudur, fevkalade yetkili bir komutan söz konusudur.
Lakin, Mustafa Kemal tabii “fevkalade yetkili” olamayacak, daha ilk anda Samsun’a çıktığında karşısında General Milne diye oldukça inatçı, geleni kendi yetkilerine müdahale edecek biri olarak gören, devamlı itiraz eden bir İngiliz Komutan söz konusu mahalli komutan ve Samsun karmakarışık etnik yapıda bir yer. Onun için zaten program belli; Anadolu’ya. İlk Havza görüşmeleri, üstünden Amasya Tamimi (Genelgesi) ve işte 100 küsur sene önce umutsuzluk bitmiş. 104 sene sonra bu memlekette herhangi bir tıkanıklık olduğunda yapılacak iş bellidir; sırtınız değil önünüzü halka ve gençliğe dönerek yolunuza devam etmektir. Hiç şüphe yok ki 1919’un Türk imparatorluğunun malum yıkılmış haliyle, 2023’ün Türkiye’si arasında büyük farklar var. Ayrı bir entelektüel sınıf çıkmış, kalifiye bir işçi sınıfı ortaya çıkmış, kasabalar ortaya çıkmış, köyler azalmış, yapısal değişiklik var. Bu yapısal değişikliği karşılayacak bir akıllı, rasyonel bir planlama söz konusu oldu ve ülkenin yerküredeki ticari, iktisadi mevkii 20’nci yüzyılın başındakinden çok daha farklı bir yerde, bunu böyle bilmek lazım. Bu duruma da son 20 senede gelmediğimizi sık sık hatırlatırım.
Bazı arkadaşlarımız “Yeni Türkiye” lafını 20 seneye mal ediyorlar, onu belirli bir partinin adamları yapıyor, öbürleri de yapıyor; “Vay sen bunu niye kullanıyorsun” diye. Yeni Türkiye’nin tarihi Tanzimat’ta başlar, İkinci Meşrutiyet’te devam eder ve tabii Cumhuriyet’le şahikasına erişir. Nerede ve hangi devirde yaşadığımızı, hangi mirasa sahip olduğumuzu bilmemiz lazım. Lütfen evimizin duvarlarına, balkonlarımıza Atatürk resimleri asalım ve havamızı düzeltelim, gün bu kadar açıktır, hepinize iyi bayramlar diliyorum.
Şu anda sandığa gitmeyenlerin yaşı, tahsil durumu, geldiği bölge üzerinde teferruatlı bilgiye sahip değiliz. Anketçilerimiz ve siyasetçilerimiz zamanında bunun araştırmasını yaptılar mı? Türk politikacısı kadar dünyadan bihaber, mevcut münevverlerin, gazetecilerin aksine hiçbir şey bilmeyen adamı ben dünyada görmedim, her yerde politikacıların arasında dünyaya açık, dünyayı takip eden bir azınlık vardır, burada o mevzubahis değil, bu durum değişecek zaten. O 8 milyonu bir haftada sandığa göndermek çok kolay değil, çünkü sandıkla ilgi kurmayan insanlar maalesef dünyada çok yaygın, hatta Türkiye bu konuda iyiler arasında. Batı’da bizden daha beterleri var. Bir de tabii şunu söyleyeyim; şimdi tekrar seçim yapıldığında oy verenler kaç milyon artacak bilmiyorum ama bizim dışardaki Türklerin çoğunun çifte vatandaşlığı var, o çifte vatandaşlar asıl ekmek yedikleri ülkedeki partilerle ilgilenmezler, seçim günü koltuklarından kalkıp, tavlayı bırakıp gitmezler ama Türkiye seçimlerinde konsolosluklara hücum edip yüzde 70’i oy verir. Onlara da sesleniyorum; lütfen yurdunuzun durumunu dikkate alın, şu veya bu partiye oy verin demiyorum ama lütfen bir daha düşünün “Biz ne yapabiliriz” diye. Bilinçli oy verilmesi çok önemli. Türkiye’de oy kullanmayan 8 milyon insana da şunu söylemek isterim; hani derler ya “Allah’ını seven çıksın ortaya”, hakikaten yurdunuzu seviyorsanız, geleceğinizi düşünüyorsanız ortaya çıkarsınız. Çıkmayan insanların nerede olduğu belli, seçim dolayısıyla bazı aksaklıklar olduğu açık ama bence seçim zamanında evinde oturan adam Türkiye için kabul edilir bir vatandaş tipi değildir, onun üzerinde durmak lazım.
O büyük kitlenin cumhuriyet istemediğini zannetmiyorum, onlar da kendine göre cumhuriyet istiyor, Allah saklasın. Afganistan’daki de cumhuriyet, hangisi daha iyi bir rejim; İngiltere’nin meşrutiyeti mi yoksa onlar mı? Bu memlekette istenmeyen şey “cumhuriyet” lafı değil, nasıl bir cumhuriyet mühim olan bu. Biz Atatürk Cumhuriyetini korumakla mükellefiz, dolayısıyla lütfen bu terminolojinin her işi çözeceğini düşünmeyelim, herkes kendine göre bir cumhuriyet istiyor. Biz ne istediğimizi biliyoruz, şu seçim arasında kuralları maalesef değiştiremeden uymak zorundayız ve diyoruz ki; İnsanlar lütfen bir kere daha düşünsünler ve sandığa gitsinler.
Tele1