96. Gazi Koşusu'nu dişi safkan Secret Power ile kazanarak Ahmet Çelik'in serisine son veren Özcan Yıldırım “Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün adına düzenlenen koşuyu kazanmak büyük bir onurdur. Bu onura sahip olmak her jokeyin hayalidir. Benim de hayalimdi ve hayalimi gerçekleştirdim” dedi. 27 yaşındaki Yıldırım, tarihi başarısını ve hayatını SÖZCÜ'ye anlattı:
“Yarışa çıkmadan önce çok heyecanım yoktu. Çünkü atıma çok güveniyordum. Sadece yarıştan önce start çevresinde çok huysuzluk yaptı. İyi bir atın arkasında gidersem yarışı lehime çevireceğimi düşünüyordum. Nitekim istediğim her şeye ulaştım. Son 20 metre bir türlü gelmiyor gibiydi ama kazanacağımı anladım. 40 bin kişi vardı. Herkesin beklediğini hissettim. Öpücük atıp zafer işareti yaptım.”
“Dubai'de bindim, Fransa'da bindim, Güney Kore'de de kazandım. Avrupa ülkelerine gidip yarışları takip edip oradaki atmosferi gördüm ama ‘Gazi' adından dolayı insan ayrı motive oluyor, buna ulaşmaya çalışıyor. Finişi geçtikten sonra; O sanki oradaymış, sanki bütün halkla berabermiş gibiydi. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bahçesini görüyorsunuz. Milyonlarca çiçek açmış, sanki bizi selamlıyor. Minnettarız O'na…”
“1997'den beri sahadayım. Gazi Koşusu şansınıza da bağlı. Bu yarışa hasret, işine sadık olanlar var. O yüzden hep hak edenin kazanmasını diliyorum. 10 yıl önce elimden kaçtı bu yarış. Son dakika bindirmeyenler oldu. Üzüldük. Kendimiz yanlış seçimler yaptık. Biriki yarışta binmediğimiz atlar kazandı, öyle denk geldi. O gün de belki binseydik kazanamazdık, bunu da bilemiyorsun. Bugüne kısmetmiş.
“Hiç bu kadar kalabalık bir Gazi'ye denk gelmedim. Rekorun dışında garip olan bir şey vardı. İnsanlar yarışa çok motiveydi. Herkes sanki bir şey bekliyordu. Uğultular, alkışlar oldu. Çoğu insanın gözleri doldu. Telefonda konuşurken benim için ağlayanlar vardı. Siirt'teki amcamın çocuklarından, yengemden, köylüsüne kadar, korucusu, askeri, tanıyan tanımayan… Amerika'dan aradı bir arkadaşım, sonra annesi…”
“Siirt’in Meydandere köyünde doğdum. 14 kardeşim var. 7 kız kardeşimin okumasını sağladım. Okumaya gittim Adana'ya. Ablam yanına almıştı beni. Eniştem bülten satıyordu. Yanına gidip gelmeye, ben de bülten satmaya başladım. O ara Orhan Bekmezci'yi tanıdım. Sergen Yalçın'ın, Rıdvan Dilmen'in atları ondaydı. Ahırları öğrendim, yedekçiliğe başladım. 2 yıl sonra at vurdu; ayağım kırıldı. Köye döndüm. İlköğretim mezunu olmadığım için dışardan sınavlara katılarak, 8 yıllık eğitim aldıktan sonra apranti okuluna başladım. İrlanda'ya gönderildim. Ülkemi 6 ay temsil ettim. Türkiye'ye dönüp birkaç yarış kazanınca Süleyman Akdı beni yanına aldı. Kazalar, kırıklar, yoğun bakım… İnişler çıkışlar oldu. Buralara geldik.”
“Her yer AVM oldu. Gözünüzü kapatsanız her yer aynı. Gençlerin buraya gelmelerini, hipodromda zaman geçirmelerini istiyorum. Ailelerini alıp burada otursunlar, piknik yapsınlar. Atatürk'ün dediği gibi: At yarışı, modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaçtır. Bu imzayı unutmamak lazım. Burada her gün Avrupa'daki festivaller gibi geçiyor. Kapalı alanlarda zaman geçirmek yerine, burada açık alanda, çiçekler içerisinde, sevgi içerisinde olabilirler. Herkesi bekliyoruz.”