Ankara’da doğdum ben. Babam Antalya’nın Kumluca ilçesinden. Kumluca, Toroslardan inmiş yörüklerin deniz kıyısında ama denizden bihaber yaşadıkları bir köydü ben çocukken. Yörükler yazları denize girmek yerine dağların zirvesindeki yaylalara göçmeyi sürdürüyor hâlâ. O yüzden yüzme bilenlerinin sayısı bugün bile çok fazla değildir. Neyse ki babaannem, 7 çocuğunun beline urgan bağlar denize salarmış boğulmasınlar diye.
Öyle öyle öğrenmiş babam yüzmeyi. Ben de babamla aynı yaşlarda
tanıştım denizle. Yaz tatillerinde babam bizi Ankara’dan Kumluca’ya el
öpmeye götürürken heyecanlanırdı. Antalya şehir merkezinden hızla geçer,
batıya Kumluca’ya doğru devam ederdi. Ben, 7 yaşımda o arabanın arka
koltuğunda isyan bayrağını açmıştım. ‘Durdurun arabayı ben denize
gireceğim’ diye ağlamaya başlamıştım. Annemin zoruyla mola vermiştik de
Konyaaltı halk plajında yüzmeyi öğrenmiştim. Konyaaltı’nın beyaz çakıl
taşlı sahili bana çocukluğumu hatırlatır. Upuzun sahil şeridinde uzanıp
Torosların zirvesindeki karı izlemişliğimiz, karpuz kesip yemişliğimiz
hatta gün batımında annemin portatif kasetçalarında lambada dinleyip
dans etmişliğimiz vardır. Ailece sahilde geçirilmiş bir gün yeryüzü
cennetinde yıkanmak gibidir. Bizim cenneti işletme hakkını kadın evliya
Rabia’nın unutulmaz oyuncusu Hülya Koçyiğit’in damadına verdiler geçen
hafta.
Susuz Yaz’ın başrol oyuncusunu Rabia filmiyle anmak biraz haksızlık mı oldu? Hak yememeye çok önem veririm ben.
Aşık Mahzuni Şerif, Hakk’a yürüdüğünde Star Televizyonu Ankara
bürosunda muhabirlik yapıyordum. Hacıbektaş’a gidip cenaze töreninin
haberini yapmıştım. Tören sırasında öfkeli biri, sandalyenin tepesine
çıkmış, beni işaret edip, ‘magazinciye bakın. Ne hakla geldiniz buraya?
Yaşarken neredeydiniz?’ diye bağırıyordu. Sandalye tepesindeki kişi
öfkelenmekte haklıydı aslında. Tepkisi halkın kültürüne yabancılaşmış
medyayaydı, benim şahsıma değil elimde tuttuğum mikrofonun temsil ettiği
şeyeydi. Hem beni tanımazdı bile bana bağıran kişi ama ben O’nu
tanıyordum. Herkes tanıyordu. O, İlyas Salman’dı. İlyas Salman bana
bugün de bağırabilir isterse, üzerimde hakkı var. Sadece Sefil Bilo’yu
canlandırdığı için bile hakkı var üzerimde. Ya da rahmetli Kemal Sunal
yaşasa bana istediğini söyleyebilirdi. Aziz Nesin’in unutulmaz Zübük
karakterini ete kemiğe büründürdüğü için bile hakkı var üzerimde. Tarık
Akan yaşasaydı da ağzına geleni saysaydı keşke herkesin önünde bana.
O’nun da üzerimizde hakkı olduğunu düşünüyorum. Çünkü O, Yeşilçam’ın
yakışıklı Damat Ferit’i olarak kalmayı değil Silivri zindanında
haksızlığa uğrayanları savunmak üzere bariyerlere yaslanan kahraman
Tarık Akan olmayı tercih etti. Sinemamızın sultanı Türkan Şoray, üzsün
beni herkesin içinde. Bir replik için bile üzerimde hakkı var. ‘Sevgi
neydi? Sevgi emekti’ dediği o filmi bile yeter. Fatma Girik isterse
tükürsün suratıma. Onlar, hiçbir zaman güçlünün sofrasında süs olmayı
seçmediler. Hep halkın ve haklının yanında durdular. Ama kusura bakmasın
yıllarca filmlerini seyredenler ve onların çocukları, torunları ağır
baskılar altında inim inim inlerken, ağzını açanın sırtına sopalar
inerken, ‘Bu ülkede özgürlük sorunu yok. Aksine herkes fazla özgür’
açıklaması yapan, yarattığı Rabia illüzyonuyla oturduğu sofralarda bu
devrin muktedirinden kendisi ve damatları için iş isteyen kayınvalidenin
hakkı yok artık üzerimizde. İşletsin bakalım çocukluğumun plajını damat
Alkoçlar. Kapıda fahiş bilet parası da kessin üzerine. Ayırsınlar kadın
kısmı erkek kısmı diye sahili olmazsa.
Canı sıkılır tek başına girdiği ihaleyi O’na verenlerin günün birinde. Yerli turisti de almasınlar hatta içeri. Zengin Arap turistler, sırtlarını Toroslara verip nargile keyfi yapsınlar Akdeniz manzarasına karşı. Paranıza para katın damatlar. Ziyade olsun hababam yeyin, ay ne olursunuz bir daha yeyin! A bak Gülliye düştü şimdi de aklıma. Çok sevdiğim Gülşen Bubikoğlu’nun da hakkı var üzerimde. Yoksa taa Amerika’dan yazıp hepimizi korkaklıkla suçlayan uyanık damada da söyleyecek bir çift lafım vardı.
İrfan DEĞİRMENCİ