Home
13 Şubat 2018 ( 266 izlenme )
Reklamlar

Atatürk'ün görüştüğü Amerikalı

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ilk gününden ömrünün sonuna dek verdiği mücadelede amacının, "tam bağımsız barışçıl bir devlet, ekonomik olarak kalkınmış çağdaş ve egemen bir ulus" olduğunu, Türk Halkı’na olduğu kadar uluslararası camiaya da anlatmaktan hiç vazgeçmedi.

Sömürücü devletlerin kan kusturduğu, diktatörlerin halklarını ezdiği bir çağda, emperyalizme önce baş kaldırması, kısa sürede de tarihteki ilk yenilgisini tattırması ve sonrasında yaptığı devrimler ile hiç kuşku yok ki dünyanın en merak edilen liderlerinden biri oldu.

Onu merak edip gelen, onun da yeni Türk Devleti’nin amaç ve görüşlerini anlattığı bu insanlar arasında yer alan bir ABD’li gazeteci gerek bıraktığı iz gerekse Atatürk’ün üzerinde yaptığı etki açısından ilgi çekici kimse oldu.

Clarence K. Streit… Philadephia Public Ledger gazetesi muhabiriydi. Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli zamanlarında Ankara’yı ziyaret eden ilk yabancı gazetecilerden olup Mustafa Kemal Paşa’nın, Meclis Başkanı seçildikten sonra, şahsen röportaj verdiği ilk yabancı muhabirdi.

OcakMart 1921 tarihleri arasında Türkiye’de bulunmuş ve bu dönem aldığı notlar ve çektiği fotoğraflar Heath W. Lowry tarafından bir kitapta toplanmıştır.*

Türkiye’de bulunduğu sırada 25 yaşında olan bu genç gazetecinin, Atatürk ile görüşmesi kadar, Samsun’dan Ankara’ya yaptığı yolculukta yaşadıklarını ve gördüklerini yazdığı satırlar da o günün koşullarını anlamak açısından çok değerlidir.

Kurtuluş Savaşı’nın ne zor şartlar altında verildiği, halkın çektiği yoksulluğun ne kadar büyük olduğu Streit tarafından yalın bir şekilde anlatılmıştır. Yolculuğu süresince konakladığı bir çok köyde karda yalın ayak yürüyen kadınlara ve çocuklara rastlamış olan Streit, tarım yöntemlerinin neredeyse yüzyıllar öncesi ile aynı olduğundan bahseder:

“Köylüler o kadar zor bir hayat geçiriyor ve Sultan’ın hükümeti Rum ve Ermeni tüccarlar tarafından o kadar zalimce sömürülüyordu ki insan onlara acımadan edemiyor.”

Gezisi sırasında, Merzifon’da 40 yıl önce kurulmuş olan Amerikan misyoner okulu Anadolu Koleji’ne ve kolejin hastanesine uğradığından bahseder. Bu ziyaretinin bir ay sonrasında kolejde bir Türk profesörü suikasta kurban gidince, Ankara Hükümeti’nin Yunanistan ile savaş sürerken koleji kapattığını ve hastane personeli hariç tüm Amerikalı personeli işten çıkarttığını belirtir.

BİR SEÇMEN NASIL OLMALI

Seyahati boyunca insanlarla temas eder. Tanıştığı bir köylü, daha demokrasi yolunun çok çok başında bir ülkenin vatandaşı olmasına karşın, ‘bir seçmen nasıl olmalı’ konusunda adeta ders verir:

“Köylüler yeni hükümet hakkında ne düşünüyor diye sorduğumda, bir gece kaldığım Ceritmüminli köyü (Kırıkkale) muhtarı Mustafa’nın cevabı Meclis’in insanların sadakatini nasıl kazandığını gösteren tipik bir örnek sunar:

‘Eski hükümetten çok daha iyi. Eskiden temsilcilerimiz kim, bilmezdik. Artık bizi görmeye geliyor ve fikrimizi soruyorlar. Onları tanıyoruz. Onlara güveniyoruz. İyi bir hükümet. Eğer kötü olsaydı bizim suçumuz olurdu çünkü mebusları biz seçtik.’

TBMM açılalı ve Ankara Hükümeti kurulalı henüz bir yıl bile olmamışken ve savaşın olanca hızıyla devam ettiği bir dönemde, yeni hükümetin kararlı ve onurlu uygulamaları ve bu uygulamaların halkın üzerindeki etkisi kendisini şaşırtmıştır:

“Geçmişte bahşiş Türkiye’nin laneti olmuştu. İki gün boyunca acı soğukta kaldıktan ve yaylımız bozulduğunda çıplak ayakla buzlu sulara daldıktan sonra bu iki adam (yolculuğunda kendisine eşlik eden iki Türk jandarma, GC) kesinlikle bir şeyler hak ediyordu. Ama her ikisi de onlara teklif ettiğim cömert bahşişi sorgusuz sualsiz reddettiğinde kulaklarıma inanamamıştım. ‘Yasak. Hükümet bize maaşımızı ödüyor. Sadece görevimizi yaptık.’ dediler.

Hükümetin onlara ödeme yapıyor olması başlı başına kulağa tuhaf geliyor ve açıkça yeni bir düzenin kurulmaya başladığını gösteriyordu. Sultan’ın hükümeti senelerce birçok çalışanının ücretlerini ödemede geri kalmayı alışkanlık haline getirmişti.”

“Türkler Mustafa Kemal Paşa’nın onlar için ne yaptığının farkında çünkü o aynı zamanda ‘Ülkenin Babası.’ Türklerin tarihinin en karanlık dönemi iki sene içerisinde en parlak ve ümit dolu geleceğe dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından bugün Doğu’da böyle güçlü bir konumu olan, yeni, demokratik ve ilerici bir Türk Devleti meydana çıkmasının (dış ve iç direnişe rağmen) mucizeden aşağı kalır yanı yoktur. Ve bu mucizeyi gerçekleştiren Mustafa Kemal Paşa’dır. Vatanseverliği, cesareti, idealizmi ve ezici zorlukların hakkından gelen devlet adamlığıyla, Türkler ve belki de tüm İslam dünyası için yeni bir gün doğmasını sağladı.”

ABD’li muhabirin deneyimleri bunlarla sınırlı değildir. Türk insanının gururu da Streit’in satırlarına yansımıştır:

“(Ceritmüminli köyü muhtarı) Mustafa, bana en büyük oğlunun Dünya Savaşı’nda yaralandığını söyledi. Hükümet ona oğlunun İstanbul’da bir hastanede olduğunu söylemiş. Mustafa eski rejimin hiçbir zaman bu sorunla uğraşmadığını söyledi, ‘Gidip onu görmek istedim ama’ ve sonra savaşçı bir ırkın güçlü gururuyla ekledi, ‘köyün bir Türk babasının oğlunun yaralanmasına katlanamadığını düşünmesine izin veremezdim.”

GENÇ GAZETECİ

Batı’nın barbarlar dediği Türkler, Streit’ın gördükleri ile bağdaşmamaktadır:

“Bir Türk’ün, bir kadına, Müslüman ya da Hristiyan veya hayat koşulları ne olursa olsun, bir kez olsun saygı çerçevesi dışında davrandığını görmedim. Seyahatlerimde rastladığım kafilelerde herkese yetecek kadar at ya da eşek olmadığında neredeyse her zaman kadınlar hayvanlara binmiş ve erkekler yürüyor oluyordu.”

Türk insanını seven ve misafirperverliğine hayran kalan bu genç gazeteciyi, köylülerle yediği yemek sırasında, insana tebessüm ettirecek ilginç bir an da beklemektedir:

“İçeceğin (hoşaf) tadını övdüğümde bana küçük bir kase daha getirdiler. Sağlıklarına içtim ama sonra davranışımı açıklamam gerekti çünkü böyle bir adetleri yoktu.”

Anadolu’ya geçerken Türkler ve Türk kurtuluş hareketi konusunda ön yargılı olduğunu saklamayan Streit’in görüşleri, yaşadıkları ve gördükleri sonucunda tamamen değişir:

“Türklerin bütün iyi özelliklerinin Batı’da tamamen gözardı edilmesi ve ülkelerinin koşullarını düzeltmek için verdikleri çabanın daha gelişmiş milletler tarafından gözardı edilmekle kalmayıp üstüne bir de eleştirilmesi kızgınlığımı arttırmaktadır. Bir milletin böyle peşin yargılanması adaletsiz olduğu kadar da aptalcadır.”

Streit Ankara’dan ayrılmadan birkaç gün önce şehre gelen, Amsterdam Algemeen Handelsbad’in muhabiri Hollandalı George Nypels’in görüşleri de Streit’ınkilerden farklı olmayacaktır:

“Türkler tam sempatimi kazandı ve kazanmaya devam ediyor. Mükemmel özellikleri olduğunu kabul ediyorum. Birlikte yaşadıkları Levantenlerden – Ermeniler, Rumlar ve Doğu’nun Avrupalıları dediklerimizden hiç şüphesiz yüz kere daha asil, zarif ve iyilerdir.”

Streit, Ankara’ya ulaştığında başta İstanbul olmak üzere yurdun dört bir yanından Kurtuluş Savaşı için buraya akın eden insanlar görür:

“Şairler, ressamlar, mimarlar, yazarlar, subaylar… Yeni Türkiye için şevkle dolu genç adamlar. Türkiye’nin bağımsızlığı için İstanbul’daki rahat evlerini bırakmış, harekete yardım etmek üzere Anadolu’nun karla kaplı dağları boyunca iki haftalık seyahatin tüm zorluklarına göğüs germişler.”

‘Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi kadar gerçek halk gücünü uygulayan Batılı bir parlamento bilmiyorum.’ sözleriyle tanımladığı Meclis’in 28 Şubat 1921 tarihli toplantısı, uzaktan da olsa Atatük’ü ilk gördüğü andır:

“Kamu Ekonomisi için yeni bir komiser (bakan) seçildiği gün Meclis’te bulunuyordum. Mustafa Kemal Paşa yalnız girdi, mebuslar arasında boş bir koltuğa oturdu ve sandık görevlisi seçim bölgesine göre mebus isimlerini okurken çevresindekilerle sohbet etti. Uzun listenin sonuna doğru ‘Mustafa Kemal Paşa’ geldi (adı diğer mebuslarla aynı monoton ses tonuyla okunmuştu) ve ‘diktatör’ sandığa yürüdü, oyunu attı ve koltuğuna geri döndü. Mustafa Kemal Paşa’yı ilk kez görüyordum. Onu bir fotoğraftan tanımasam bu sade mebusun dünyanın Türk Milliyetçilerine ‘Kemalist’ damgası yapıştıracak kadar otokrat bulduğu o adam olduğunu anlayamazdım.”

DİKTATÖR MÜ

Streit, yaptığı uzun yolculuk ve çektiği bunca zahmetten sonra 3 Mart 1921’de Mustafa Kemal Paşa ile Ankara tren istasyonunun yanında bulunan konakta röportaj yapma şansına erişir:

“Çok az insan, beni bu Türk Washington’ının etkilediği gibi etkilemiştir. Hangi ülkede olursa olsun iz bırakırdı. Kendine çabucak güven aşılama yeteneği olan nadir insanlardan biri. İnsanların onun uğrunda ölmek isteyeceği tipte bir adam. Her yönüyle tam bir centilmen, nazik, kültürlü, ince ve hep şık giyimli. Batı’da herhangi bir salonda otururken göze çarpmayacak kadar Avrupalı görünüyor.”

“Mütevazı evi önünde bekleyen korumaları dışında diğer devlet başkanlarının gerekli bulduğu şaşaa ve merasimin hiçbiri Mustafa Kemal Paşa’da yoktur.”

“Profesyonel asker ve samimi demokrat, anında karar alan eylem adamı, hayalperest, organizatör, pratik devlet adamı ve idealist: Mustafa Kemal Paşa’yı nitelendiren bu özellikler elbette nadiren bir araya gelir. Batı basınında sıklıkla ‘asi’, ‘diktatör’ ve ‘demagog’ olarak yer alıyor. Asi olduğu şüphe götürmez. Hem İtilaf emperyalistlerinin kendinden emin bir şekilde Türklerin payına düşmesini beklediği acımasız kadere hem de onların destekledikleri, Mustafa Kemal’i ölümle cezalandıran gerici İstanbul Hükümeti’ne isyan etti. Fakat diğer iki yakıştırmaya gelince bu adamla karşılaşmak ve onu Ankara’daki gündelik hayatının içinde görmek bunun saçmalık olduğunu fark etmek için yeterlidir.

Diktatör? Ülkesi savaş içerisindeyken demokratik ilkelere böylesine sadık kalan başka bir hükümet lideri tanımıyorum”

“Batı, Mustafa Kemal Paşa’ya, kendini Türkiye’nin hükümeti olarak gören bir ‘diktatör’ gözüyle baktı. Milliyetçilere ‘Kemalistler’ dedi. Milliyetçi kabinenin herhangi bir üyesine ‘Mustafa Kemal’in Bakanı’ dedi. Fakat gerçek şu ki Mustafa Kemal Paşa’ya diktatör denilebilmesinin sebebi Türkiye’ye demokratik hükümeti dikte etmesidir. Daha doğrusu bu hükümetin kurulması için muhteşem kişisel gücünü kullanmasıdır. Milliyetçi liderlerin çoğu savaş sürerken ve tüm Anadolu’da kaos hakimken geçici olarak dikatatör olması gerektiğini düşünüyordu. Tam tersine, Doğu Anadolu’da bir şehir olan Erzurum’un seçmenlerinin meclislerine başkan seçtiği sade bir mebustur. ABD Başkanı’nın veto etme hakkına sahip değil, Meclis’in geçirdiği yasaları imzalamak zorunda.”

“Kendi demokratik gelenekleriyle gurur duyan Batı ülkelerinin başkanları ve başbakanları, milletleri Dünya Savaşı’na girdiğinde mutlak güç talep etmişlerdi. Fakat yönetimleri uzun zamandır bir despotluk örneği olan Türklerin lideri, elinin altındaki diktatörlük güçlerini reddetmekle kalmayıp, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin o ciddiyetini bile hükümetini herhangi bir Batılı güçün barış zamanlarında dahi olduğundan daha demoktarik bir temel üzerinde kurmak için kullandı.”

Streit’ın, ‘Koruması bir çift silahsız yaverden oluşmaktadır. (…) Paşa’nın daha iyi korunmuyor olması şaşırtıcı.’ dediği Atatürk’ün günlük yaşamını da gözlemleme şansı olmuştur:

“Mustafa Kemal Paşa, Ankara sokaklarında yalnız şekilde yürürken görülebilir, rastlaştığıyla konuşur ve şakalaşır (…) Onun demokrasisi kameralar patlarken çalışan bir adamla el sıkışan kralın demokrasisi değildir. Halkın arasında onlardan biriymiş gibi hareket eden doğal bir demokrasi anlayışı vardır. Halktan Türklerle yakın tanışıklığı kuvvetinin kaynaklarından biridir.

Ancak Mustafa Kemal Paşa sıradan bir adam değildir. Başarılarını bilmeden bile, insanın bunu hissetmesi uzun sürmüyor. Davranışları sade ve gayrıresmi olsa da, onu anında diğerlerinden ayıran doğal bir asalet, istikrar ve sakin bir özgüvene sahipti. Kendi gücünün farkında, aynı zamanda kibirli olmayan, çok kuvvetli karaktere sahip bir insan olmasından etkilendim.  Onunla görüştükten ve konuştuktan sonra yurttaşlarının ona neden bu kadar inandığını, sözlerinin neden bu kadar itibar gördüğünü hemen anladım. Kendine hemen güven aşılama yeteneği olan çok az insan vardır. Acil zamanlar için ihtiyaç duyulan bir insan, doğuştan bir lider, insanların onun için öleceği karakterde bir adamdı.”

Atatürk’ten bir hayli etkilenen ABD’li gazeteci, ilginç bir benzetmede de bulunur:

“Onu gözlükleriyle ve kalpaksız görün, profesöre benzer bir edası var. Yüzünde hayalperest bir şey var, özellikle gözlerinde ama hayallerini gerçekleştiren bir hayalpereste ait.”

Streit’ın yaptığı röportajda sorduğu bazı sorular ve Ulu Önder’in verdiği yanıtlara değinmeden geçmeyelim.

ATATÜRK’ÜN VERDİĞİ YANIT

‘Dünya Savaşı esnasında Ermeniler’in tehcir edilmesi ve başka ülkelere gönderilmesi hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?’ sorusuna Atatürk’ün verdiği yanıt şöyledir:

“İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtısz bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunların çoğu şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar savaşa zorlamasaydı evlerine dönmüş olurlardı.”

İki buçuk yıl sonra Cumhuriyet’i ilan edecek ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni kuracak olan Atatürk’ün görüşü bugün kimi ‘yoldaş’ partidaşlarından çok farklıdır.

O sıralarda toplanmış olan Londra Konferansı ile ilgili sorulan soruya, Atatürk konferanstan bir olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmediğini söyler ve ekler:

“İtilaf Devletleri bu meseleyi sadece Yunanistan ve bizim aramızdaki basit bir toprak sorunuymuş gibi konuşuyor. Fakat toprakla ilgili sorunlar ikincil derecede önem taşıyor. Önemli olan siyasi bağımsızlığımız kadar ekonomik açıdan da tam bağımsız olmamız. Buna sahip olmalıyız. Savaştan önce gelişimimiz yabancı müdahalesiyle, kapitülasyonlarla ve yabancı güçlerin Türkiye’de sahip olduğu diğer imtiyazlarla engellenmişti. O zamandan beri İtilaf Devletleri bu köleliği daha da ileriye götürmek istedi. Sevr Antlaşması ancak bir sığır sürüsüne uygulanabilirdi, insanların oluşturduğu bir millete değil.

Günümüzde ısrarla tartışılmaya açılmak istenen Lozan Antlaşması’nın önemi ve getirdiği kazanımlar, imzalanmasının iki yıl öncesinde ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.

Yirmi altı gün kaldığı Ankara’dan sonra Eskişehir, Afyon üzerinden Antalya’ya geçen ve gemiye binip Anadolu’dan ayrılan Streit, son olarak, anılarını samimi bir itiraf ile bitirir:

“Türkiye’ye, Türklere karşı önyargıyla gelmiştim; Türkleri yakından tanımak için onlarla yaşayan birçok kişi gibi, ülkeyi onların dostu ve hayranı olarak terk ediyorum.”

Gökhan Cebeci

*Bilinmeyen Türkler, Heath W. Lowry, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2011

https://odatv.com/ataturkungorustugu10amerikali12021849.html

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Flaş iddia! Bakım merkezinde kalan 100’e yakın kişi coronaya yakalandı! Arapların ruh ikizi Yeliz'i şoförlükten vekilliğe taşıyan sır ortaya çıktı Kira fiyatlarının önceki yıla göre yüzde 150 oranında arttığı ülkemizde, il il kira ortalamaları ne oldu? Muhtarlar Endülüs’e hareket etti!