“Genel hal ve tavır itibariyle tarikat ve cemaatler, AKP siyasetinin hem anlaştığı hem uzlaştığı hem de devlette kadro devşirdiği birer havza görünümündeler. Bu halde duruyorlar.”
Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın cemaat yurdunda yaşadığı baskı ve gelecek kaygısı nedeniyle intihar etmesi, Türkiye’yi derinden sarstı. 20 yaşındaki genç, ardında bıraktığı mektupta Müslüman olmadığı halde namaz kılmaya ve cemaat derslerine katılmaya zorlandığını söylüyordu.
“Herkes doktorluktan kaçıyor, çünkü mobbing var, uzun süreli nöbetler var, hastadan şiddet görme ihtimali var, köle gibi çalışıyorsunuz, ben böyle bir gelecek istemiyorum. Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu. Kendim Müslüman değilim, ailem bilmiyor. Buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde ‘hayır’ cevabını aldım.”
Kara’nın ölümü, bahsi geçen yapılarla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin geçmişi cumhuriyet tarihi öncesine kadar uzansa da, bürokraside kamuoyunu en çok sarsan olaylar 2000’li yıllarda yaşandı. Ergenekon davasıyla başlayan hukuksuzluklar silsilesi, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimiyle boyutlandı.
251 kişinin hayatını kaybettiği, 2 bin 734 kişinin 'gazi' olduğu kalkışmanın mimarıysa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde “Gurbet hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz” diyerek ‘Türkiye’ye dön’ çağrısında bulunduğu Fethullah Gülen’di. Kendisi, şimdilerde ‘terörist elebaşısı’ olarak anılıyor.
Darbe girişiminin ardından kamunun her alanında ‘temizlik’ başladı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın son açıklamasına göre yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) bugüne kadar 150'si general olmak üzere 24 bin 256 kişi ihraç edildi. 1185 personel hakkında ise idari süreç devam ediyor.
Peki ‘temizlenenler’ kimlerdi? Muhalefetin tüm uyarılarına rağmen ‘alınları secdeye değdiği’ gerekçesiyle devletin her kademesine yerleşmesine yol açılan tarikatlar mı? Yoksa yalnızca AKP ile iktidar çatışmasına giren Fethullahçı terör örgütünün (FETÖ) mensupları mı?
Konuyu, ilerleyen yıllarda FETÖ kumpası olduğu tescillenen ‘Ergenekon soruşturmaları’ kapsamında hedef alınan, OdaTV’deki meslektaşları Barış Pehlivan ve Soner Yalçın'la birlikte 2011’de tutuklanan ve 19 ay cezaevinde kalan gazeteci Barış Terkoğlu ile konuştuk.
Bu yapıların Türkiye’de Osmanlı döneminde de olduğunu, cumhuriyet döneminde yasaklamalara rağmen yer altında faaliyetlerini sürdürdüklerini vurgulayan Terkoğlu, “Tarikat ve cemaatler çoğu zaman siyasallaşmış yapılar olsalar da asıl duruşları genellikle devletin yakınında konumlanmak olarak gerçekleşti. Yani tarikat ve cemaatler, siyasal İslamcı örgütlenmelerden/ yapılardan çok devletin pozisyonuna bakarak kendi pozisyonlarını belirlediler” diyor.
“Bu dönemde aslında Türk siyasi tarihinde en fazla tarikat ve cemaat yapılarına dünya görüşü olarak yakın olan siyasetçi Necmettin Erbakan olmasına rağmen ki kendisi Gümüşhanevi Dergahı’ndan çıkmış bir isimdir tarikat ve cemaat yapılanmaları çoğu zaman Necmettin Erbakan’ı bile hayal kırıklığına uğratacak kadar onun siyasetinden uzak kaldı. Çünkü biraz önce söylediğim gibi kendilerine belirleyici olarak devleti seçtiler” ifadesini kullanan Terkoğlu, şunları kaydediyor:
“Bu da onları CHP’ye karşı çoğu zaman Adalet Partisi, Demokrat Parti, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi gibi geleneklerde konumlanmalarını sağladı. Çoğunlukla da onlarla yakın olmayı, kendilerinin varlığını garanti altına almak olarak gördüler. Onlar aracılığıyla devletten imtiyazlar elde ettiler, onlar aracılığıyla kendilerini bir tür holdingleşmiş yapı olarak devletten müdahale görmemelerini garanti altına aldılar. Genel olarak tarikatların tarihsel konumlanışını böyle özetleyebilirim.
Ancak AKP hem Milli Görüş ekseninden kopmuş bir parti olarak, yani Siyasal İslamcı bir parti olarak, hem de merkez sağı fethetmiş bir parti olarak hem de devletin merkezine yerleşmiş bir parti olarak tarikat ve cemaatlerle bir tür koalisyon örgütlenmesine girişti. Tarikat ve cemaatler hiç olmadığı kadar AKP sayesinde devletin merkezine yerleştiler. AKP’nin ilk döneminde bu işe en hazırlıklı olan yapı, biz bugün ‘FETÖ' diyoruz ama o da aslında bir tarikattı. Nurculuğun Fethullah Gülen koluydu. Böyle tanınıyordu ve böyle biliniyordu. Saidi Nursi’nin devamı olduğunu ifade ediyordu. Fethullahçılar hem polis içinde hem yargı içinde hem bürokrasi içinde hem de örneğin eğitim camiası gibi çeşitli sektörel açılımlarda en örgütlü en insan gücü hazır bulunan yapılanmaydı. Ve AKP de bununla ittifak kurdu ve en çok bunu devletin merkezine yerleştirdi.”
Gazeteci Terkoğlu’na göre bütün tarikat ve cemaatlerin hayali ‘kendisini iktidar yapmak’, ’kendisinden çıkmış bir ismi devletin başına geçirmek’ ve ‘kendisini bir felsefe olarak devlete kabul ettirmek.’
Terkoğlu devam ediyor:
“Fethullahçılar da bir süre sonra Erdoğan’la kurulan ittifak yerine kendi siyasetlerini devlete hakim kılmaya çalıştılar. Bu da kaçınılmaz bir şekilde Erdoğan’la çatışmaya girmelerine neden oldu. Haliyle Erdoğan’la Fethullahçılar arasındaki çatışma aslında fiilen bir iktidar çatışmasıydı. Kimin kaybettiğini söylemek için erken açıkçası. Ama bugün devletin içerisinde Fethullahçılar, Erdoğan’ın onlara karşı yaptığı hamleler sayesinde büyük bir kayba uğradıkları kesin. Aşağı yukarı herkes de bu tespiti yapar.
Bunun ötesinde AKP, Fethullahçılardan boşalan yerlere şunu yapabilirdi; ‘Bu politikayı bugüne kadar uyguladık ama yanlış yapmış’ diyebilirdi. Bunun yerine liyakata dayalı, din veya inanç ekseninde olmayan, bunun yerine insan yetişmişliğini esas alan bir felsefeyi benimseyebilirdi. Bunu yapmadı. Fethullahçılar boşalırken onun yerine yeni tarikat ve cemaatler tahsis edildi. Bunlar o koltuklara oturmaya başladılar. Biz bunu en çok polis alımlarında gördük. Biz bunu en çok jandarma alımlarında gördük. Biz bunu en çok yargı içindeki hesaplaşmalarda gördük. Bugün baktığınızda örneğin Menzil cemaati jandarma içinde, polis içinde belirli bir yer tutuyor kendisine. Örneğin İskenderpaşa cemaati özellikle yüksek yargı içinde kendisine bir alan açmış durumda. Yargı içinde neredeyse en güçlü gruplardan bir tanesi haline gelmiş durumda.”
Gazeteci, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan ile Erdoğan’ın zaman zaman ters düştüğünü hatırlatıyor.
“O dönemde hakkında FETÖ iddiaları hükümet medyası tarafından ortaya atılsa da sonradan öğrendik ki Zühtü Arslan da aslında İskenderpaşa’nın evlerinde yetişmiş. Yüksek yargıdan pek çok isim, bu tür çeşitli olaylar sayesinde ortaya çıktı ki İskenderpaşa’nın evlerinden çıkmışlar” ifadesini kullanan Terkoğlu, devamında “Bunun ötesinde örneğin Erenköy Cemaati bürokrasi içinde taraftarları olan bir cemaattir ama özellikle sermaye gücü de çok güçlüdür. Bazı marketler, holdingler bunlara yakındır. Örneğin Nurculuğun Okuyucular ve Yazıcılar kolu özellikle polis içinde bazı müdürlüklerde çok etkin. Birden fazla Nurcu ekol var polisin içerisinde. Rekabet halindeler” diye konuşuyor.
Geçtiğimiz günlerde Trabzon'da 'kripto vurgunu' iddiasıyla yapılan operasyonda aynı zamanda Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Temsilciler Kurulu Başkanı olan 2. Sınıf Emniyet Müdürü K.A, gözaltına alınmıştı.
Terkoğlu, “Mesela benim emniyet kaynaklarım bu polis müdürünün bu ayrıcalığını, aslında kendisine sağladığı bu avantajın onun Nurculuğun bir parçasından gelmiş olmasına bağlıyorlar” diyor.
Peki, bahsi geçen yapılanmaların bugün bürokrasi içerisindeki durumları ne? Terkoğlu, “Özetle açıklarsam; Nurcular, Menzilciler, İskenderpaşacılar bugün devletin içerisinde en güçlü cemaatler olarak yer tutuyorlar. Bunların dışında da diğer cemaatler de bunlarla rekabet ediyorlar” bilgisini veriyor.
“Ama genel hal ve tavır itibariyle tarikat ve cemaatler AKP siyasetinin hem anlaştığı hem uzlaştığı hem de devlete kadro devşirdiği birer havza görünümündeler. Bu halde duruyorlar” değerlendirmesinde bulunan Terkoğlu, hangi tarikatın nerede etkili olduğuna dair sorumuz üzerine şunları söylüyor:
“Dikkat edin Milli Eğitim Bakanlığı’nın imzaladığı protokollere çoğunluğu mesela Nurcularla imzalanmış protokollerden meydana gelir. Çünkü Nurcuların şöyle bir tarafı vardır Türkiye’de, Fethullahçılar da öyleydi, eğitim camiasıyla dershaneleriyle, okullarıyla uzun yıllardır yer tutmuşlardır. Mesela özellikle İçişleri Bakanlığı’nda, güvenlikle ilgili bakanlıklarda Menzilciler önemli bir yer tutarlar. Sağlık Bakanlığı’nda da Menzilciler vardı. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ da Menzilciydi. Bu zaten bizzat Menzil cemaati liderleri tarafından da ifade edilir. 11 yıl 4 ay görev yapmıştı. Ve bakanlık bürokrasisinin içinde de neredeyse bütün kadrolarını Menzilcilerden oluşturuyordu. O gittikten sonra şimdi gelen bakan İskenderpaşacı bir bakan. Ama yine de Sağlık Bakanlığı içinde en fazla bulunan cemaat, bakan İskenderpaşacı da olsa Menzil Cemaati.
İskenderpaşacılar şu an Adalet Bakanlığı’nda da çok etkililer. Bunu ben söylemiyorum, çeşitli cemaatler de birbirlerini eleştirirken söylüyorlar… Mesela savunma bürokrasisi içinde Erenköy cemaatinden isimler olduğunu biliyoruz. Hem bazı şirketlerde varlar hem de bu bürokrasi içerisinde yer tutuyorlar.”
“Her bakanlıkta farklı bir tarikatın hakimiyeti söz konusu, bu ‘dağıtım’ nasıl gerçekleşiyor?” şeklindeki sorumuzaysa Terkoğlu’nun yanıtı şöyle oluyor:
“Kesinlikle emin olun hiçbir tarikat, bir diğer tarikatı ütopyalaştırılmış din kardeşi olarak görmüyor. Çoğunlukla onunla rekabet ediyor. Buradaki dağıtım çoğunlukla bir güç savaşı ve önemli merkezleri ele geçirme sayesinde oluyor. Kritik merkezleri ele geçirenler çoğunlukla o alana kendi yandaşlarını dağıtıyorlar. Kimi İslamcı bürokratlarsa, yani bu tarikatların dışında olan ama bu tarikatlara muhabbetle bakanlarsa, birkaç tanesiyle yakınlaşarak hem kendi pozisyonlarını orada garanti altına alıyorlar hem de bazı kadroları buralara açıyorlar. Örneğin Mevlüt Çavuşoğlu’nun hangi tarikattan olduğunu bilmeyiz ama Mevlüt Çavuşoğlu’na bakarsanız, mesela son Alimder örneğinde olduğu gibi birkaç tarikatla birden flört eder ve orada onlara alanlar açar, milletvekilliği içerisinde onlarla iyi ilişkiler kurar. Bu şekilde ifade edebilirim.”
Bu noktada, tarikatların devlet kademelerinde nasıl yuvalandıklarını anlatan ‘Metastaz 2: Cendere’den dolayı kitabın yazarları Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’na 14 ayrı soruşturma açıldığını, iki gazeteci için toplamda 158 yıl hapis cezası istendiğini de hatırlatmakta fayda var.
Öne sürülen iddialar içinse halen bir adım atılmış değil.
Gerçek Gündem