104 emekli amiral, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili sözleri sonrası başlayan tartışmalara ve Deniz İkmal Komutanı Tuğamiral Mehmet Sarı'nın “takke ve cübbe” giydiği bir fotoğrafının basına yansımasına ilişkin ortak bir bildiri yayınlamıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise 103 emekli amiralin açıklaması ile ilgili soruşturma başlatıldığını duyurmuştu.
10 EMEKLİ ASKER GÖZALTINA ALINDI
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Ergun Mengi, Atilla Kezek, Alaettin Sevim, Ramazan Cem Gürdeniz, Nadir Hakan Eraydın, Bülent Olcay, Kadir Sağdıç, Türker Ertürk, Turgay Erdağ ve Ali Sadi Ünsal gözaltına alındı.
Yaş durumları nedeniyle emekli amirallerden Atilla Kıyat, Engin Baykal, Cemil Şükrü Bozoğlu ve Mustafa Özbey ise ifadeye çağrıldı. Sekiz emekli amiralin İstanbul'da, ikisi ise Ankara'da gözaltına alındığı, İstanbul’daki emekli askerlerin Ankara’ya götürüldüğü öğrenildi.
BOMBA BİR YAZI ORTAYA ÇIKTI
27.Dönem Milletvekili, Anayasa Komisyonu Üyesi CHP'li Bülent Tezcan'ın 28 Aralık 2019 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Olaylar ve Görüşler bölümünde yayınlanan yazısı tekrar gündem oldu.
Tezcan yazısında, 2 sene öncesinden kumpas davalarını örnek vererek Kanal İstanbul ve Montrö üzerinde ABD ve FETÖ'nün emelleri olduğunu tek tek ifşa ederek, "ABD’nin Karadeniz’de etkin olmasının önünde en önemli engel Türk Deniz Kuvvetlerinin bu gücü ve Karadeniz hâkimiyetiydi. Diğer bir engelse ABD’nin öteden beri rahatsız olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir" ifadelerini kullandı.
"FETÖ’nün; Montrö’yü tartışmaya açma riski çok yüksek, ABD’nin Karadeniz hesapları için çok elverişli, Kumpas davaları ve FETÖAK Parti ilişkisinin en muhabbetli olduğu bir devrede AK Parti’nin seçim bildirgesine girmiş bu projenin arkasında olabileceği şüphesi çok mu komplocu bir bakış olur sizce?" diye soran Tezcan'ın, "Kanal İstanbul bir FETÖ projesi mi?" başlıklı o yazısı şöyle:
Kanal İstanbul bir FETÖ projesi mi?
“Bu yazıyı okuduktan sonra yırt ve okyanusa at.”
Yukarıdaki ifade Balyoz davasının delil dosyasına girmiş ve darbe planının delilleri arasında gösterilen bir belgede yer alıyordu. Savunma avukatları tam da bu ifadenin, belgenin sahte, davanın okyanus ötesi istihbarat birimleri tarafından hazırlanmış bir kumpas olduğuna delil oluşturduğunu ısrarla vurguladılar. “Türkçede ‘okyanusa at’ deyimi kullanılmaz, ‘denize at’ denir. Bu, Amerikan İngilizcesinde kullanılır. Bu da davanın ve delillerin okyanus ötesinde hazırlanıp burada icra edildiğinin en büyük kanıtıdır…” diye yırtındılar, ama bilineceği üzere dertlerini anlatamadılar. Çünkü mahkeme de o kumpasın icra birimlerinden biriydi.
2007 yılından itibaren Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi bir dizi kumpas davaları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tasfiye projesinin uygulandığı artık herkes tarafından kabul ediliyor. Bu kumpas davalarının arka planında Amerikan istihbarat birimleri ve onun taşeron örgütü FETÖ’nün olduğu da sır olmaktan çıktı.
Hedefteki donanma
Kumpas davalarının ilk hedefi donanmaydı. Öyle ki Türk Donanmasının komuta kademesi neredeyse yok edildi. Türk Donanmasının eriştiği güç, Akdeniz ve Karadeniz hâkimiyetinde geldiği etkin noktanın başta ABD olmak üzere küresel güçleri rahatsız ettiği biliniyor. Özellikle ABD’nin Karadeniz’de etkin olmasının önünde en önemli engel Türk Deniz Kuvvetlerinin bu gücü ve Karadeniz hâkimiyetiydi. Diğer bir engelse ABD’nin öteden beri rahatsız olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir.
ABD derin devletinin kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri ve özellikle Donanmayı devre dışı bırakmayı planladığı, bunu da FETÖ eliyle uygulamaya soktuğu, AK Parti hükümetlerinin de bu sürece ciddi destek verdiği artık ifşa olmuş durumda.
Eşzamanlı plan mı?
Peki, birinci engel TSK ve donanma üzerinde böyle bir plan uygulanırken, ikinci engel Montrö üzerinde de bir başka plan eşzamanlı olarak yürürlüğe konmuş olabilir mi? Montrö’yü tartışmaya açacak ve hatta devre dışı bırakacak yeni bir kanal projesi, ABD’nin Karadeniz hâkimiyetini tesis etmesinin önündeki ikinci engeli de kaldırmaya yaramaz mı?
Buradan 2011 yılına dönelim. Kumpas davaları en ağır sonuçlarıyla zirvede. Hükümetin desteği sınırsız. TSK’nin neredeyse bütün komuta kademesi, yurtsever komutanlar tasfiye edilmiş. 2010 anayasa değişikliğinin verdiği imkânlarla yargı tümüyle FETÖ ‘nün eline geçmiş. 2011 seçimlerine gidilirken AK PartiFETÖ (o zaman Cemaat ve Hoca Efendi deniyor) iş birliği en üst düzeyde. Örgüt listelere milletvekilleri veriyor.
Bildirgeleri FETÖ mü hazırladı?
İşte şimdi o soru akla geliyor. Örgüt 2011 seçimlerinde sadece milletvekili vermekle mi kaldı? Seçim bildirgelerinin hazırlanma sürecine de dahil oldu mu? Ya da başka bir deyişle okyanus ötesinden kumpas davalarını planlayanlar, dolaylı olarak seçim bildirgelerine de müdahale ettiler mi?
Hatırlayalım, AK Parti Kanal İstanbul projesini ilk kez 2011 seçiminde ortaya attı. Böylesine devasa bir rant projesinin AK Parti çevrelerine çok sempatik geleceği açıktı. Bu sempatiklik, Karadeniz’de ABD’nin önünde engel oluşturan Montrö’yü devre dışı bırakmak için iyi bir fırsat olmaz mıydı? Tıpkı birinci engel olan TSK’ye dönük operasyonda kullanılan FETÖ, bu projede de AK Parti’yi ikna edecek önemli bir araç olamaz mıydı? Acaba 2011 seçim bildirgesinin hazırlanma sürecinde AK Parti’ye Kanal İstanbul projesini kim getirdi?
Şimdi başlıktaki soruyu soralım. Kanal İstanbul bir FETÖ projesi mi?
Mutlaka araştırılmalı
Bilemem! İktidar son zamanlarda bu iddiayı öyle keyfi kullandı ki, bu olasılığın ciddi olduğu durumlarda dahi şüpheyle yaklaşmak gerekli hale geldi.
Ancak her şeyin arkasında aranan FETÖ’nün; Montrö’yü tartışmaya açma riski çok yüksek, ABD’nin Karadeniz hesapları için çok elverişli, Kumpas davaları ve FETÖAK Parti ilişkisinin en muhabbetli olduğu bir devrede AK Parti’nin seçim bildirgesine girmiş bu projenin arkasında olabileceği şüphesi çok mu komplocu bir bakış olur sizce?
Bence 2011 yılında AK Parti’ye bu projeyi kim getirmiş, bildirgeye kimler sokmuş, araştırılmasında yarar var.
http://www.krttv.com.tr/gundem/2seneoncefetoveabdninmontrovekanalistanbulplaninih70700.html