İlahiyatçı Cemil Kılıç gündemi sarsacak açıklamalarda bulundu ve Ak Partili olmayan vatandaşların camiye gitmediğini, Diyanet’in iktidara hizmet etmeyi esas aldığını ifade etti. İşte ayrıntılar;
Cemil Kılıç, Diyanet İşleri Başkanlığı’na sert sözlerle yüklendi ve Emevi dönemine benzetti.
İlahiyatçı ve yazar Cemil Kılıç, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın iktidara yönelik tutumunu eleştirerek “Bugün Diyanet peygamberi ve kitabını esas almadığı gibi siyasi iktidara hizmet etmeyi esas almaktadır” dedi.
“Erdoğan, ‘Din Görevlileri Haftası’ münasebetiyle yapılan törende CHP liderine “Sen Kuran’dan, ezandan ne anlarsın” diye seslendi. Bunun üzerine Diyanet görevlisi cami imamları ellerini patlatırcasına bu sözleri alkışladı. Gerçek bir Müslüman, gerçek bir mümin gibi davransalardı cumhurbaşkanının o açıklamasını en azından edeben sessizlikle karşılamaları gerekirdi” değerlendirmesini dile getiren Cemil Kılıç, “İktidar partisine yakınlık duymayan yurttaşların önemli bir kısmı artık camiye, cuma namazına gitmiyor. ‘Biz camileri Allah’ın evi bilirdik, şimdi AKP’nin evi olmuş’ diyenlerin sayısı oldukça fazla” diye konuştu.
Tunca Öğreten’in Medyapod’taki ‘Niye’ programı için yaptığı söyleşi şöyle:
Kısa bir süre önce açıklanan Sayıştay raporuna göre Diyanet, 256 bin lira faiz geliri elde etti. Bu bilgi tepkilere neden olurken, Diyanet’ten de açıklama gecikmedi ve kurum kendisini şöyle savundu: ‘Faizden gelir etme söz konusu değil. Bu, personele ödenen paranın geri alımı sırasında devletin kasasını zarara uğratmamak adına alınan bir faizdir.’ İslamiyet tarafından yasaklanmış faize dair Diyanet’in bu açıklaması sizi tatmin etti mi?
Diyanet İşleri Başkanlığı, laik devletin bir kurumudur. Laik devletin kuralları, kurulları çerçevesinde faaliyet yürütmekle yükümlüdür. Anayasa’daki görev alanı da bellidir. Buna rağmen Diyanet kalkıp, laik devletin yasalarıyla uygunluk arz etmeyecek şekilde açıklamalar yapıyor. Bunlardan biri de faiz meselesi. Üstelik faiz meselesini Kurani atmosferin de dışında değerlendiriyor, kendileriyle çelişiyorlar. Diyanet’in kendi savunduğu görüşe göre faizin her türlüsü, her koşulda haramdır. Dolayısıyla Diyanet’in bu açıklaması onları kurtarmaz. Kendi ideolojileri açısından kurtarmaz zira benim faize bakışım farklı.
SİZİN BAKIŞINIZ NASIL?
Kuran’da Riba kavramı vardır ve aslında bu ekonomide kullanılan faiz kavramıyla birebir örtüşmez. Yani Hz. Peygamber ve Kuran’ın yasakladığı faiz bu değildir. Kuran’daki tanımlama, makul olmayan fahiş artışları ve borç köleliğini ifade eder. Zira o dönemde tefecilere borçlarını ödeyemeyenler tefecinin kölesi oluyorlardı. Hatta tefeci, borçlunun kız çocuğunu alıp, borcun tahsil edilmesi karşılığında genelevde çalıştırıyordu. Kuran, işte bu nedenle ribayı yani borç köleliğini yasakladı. İşte bu yüzdendir ki, Diyanet’in faize ilişkin yaptığı izahlar Kuran’dan onay alır izahlar değil. Bu nedenle Diyanet’in açıklamasını makul göremiyorum.
Yine Sayıştay raporuna göre Diyanet’e toplamda 7.5 milyar lira ödenek verildi. Bu tutarı 80 milyonluk nüfusa böldüğümüzde, kundaktaki bebekten Hristiyana, Museviden ateiste her yurttaşın cebinden yılda 93 lira para çıkıyor. Bir din bu kadar maliyetli olur mu? Ya da bu kadar maliyetli bir dini insanlar layıkıyla yaşayabiliyor mu?
Diyanet’e hakim olan dini yorum ve anlayış kesinlikle Kurani ve Muhammedi değil, tümüyle Emevilerin İslam yorumudur. Bu yorumlamada da din, aslında ideolojik bir aygıt olarak karşımıza çıkıyor. Yani halifenin, sultanın saltanatını daha rahat sürdürebilmesi için halkın itirazını baskılama aracıdır. Diyanet’in, bugün böylesine büyük bir bütçeyle yaptığı da aynı şeydir. Bugün Cumhuriyet çizgisinden kopmuş, sadakattan uzak bir kuruma dönüşmüştür. Ve hatta devrim karşıtı kadroların eline geçmiştir. Biliyoruz ki Fethullah Gülen de bir zamanlar Diyanet çalışanıydı. Bugün Diyanet peygamberi ve kitabını esas almadığı gibi siyasi iktidara hizmet etmeyi esas almaktadır.
Nasıl yani?
Bakın cuma namazlarında okunan hutbelere, tamamen iktidar partisini ve cumhurbaşkanını destekleyen vaazlar veriliyor. Henüz birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘Din Görevlileri Haftası’ münasebetiyle yapılan törende CHP liderine “Sen Kuran’dan, ezandan ne anlarsın” diye seslendi. Bunun üzerine Diyanet görevlisi cami imamları ellerini patlatırcasına bu sözleri alkışladı. Gerçek bir Müslüman, gerçek bir mümin gibi davransalardı cumhurbaşkanının o açıklamasını en azından edeben sessizlikle karşılamaları gerekirdi. İmamların, siyaset üstü, herkese eşit mesafede olması gerekmez mi? Ancak tam tersine o imamlar militanca davrandılar. İşte bu nedenle iktidar partisine yakınlık duymayan yurttaşların önemli bir kısmı artım camiye, cuma namazına gitmiyor. “Biz camileri Allah’ın evi bilirdik, şimdi AKP’nin evi olmuş” diyenlerin sayısı oldukça fazla.
Sizin de örnek verdiğiniz konuşmasında Erdoğan, önceki dönemlerde camilerin kapılarına kilit vurulduğunu da söyledi. Ancak bu konuşmadan saatler önce AKP’li Üsküdar Belediyesi, bir camiyi yıktı. Hatta yıkıma direnen mahalleliye, cami imamına da TOMA’dan tazyikli su sıkıldı. Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede bu tür olayların yaşanması normal mi sizce?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleri gerçeği yansıtmıyor. Maalesef Türkiye’de camilerin ahır olarak kullanıldığı yönündeki müfterice açıklamaları çok sık duyar olduk. Evet, Cumhuriyet’in ilk yıllarında camilerin bir kısmı farklı işlevlerle kullanıldı. Camilerin ihtiyaca göre kullanılması her dönemde olmuştu. Peygamber efendimizin döneminde camiler (mescidler) sadece namaz kılmak için kullanılmadı. Camilerde düğünler, eğitim ve öğretim faaliyetleri de yapıldı. Savaş dönemlerinde silahlar da saklandı. Cami (mescid) dediğimiz yer bir tapınak değildir. Hayatın içindedir ve hayatın her alanında, İslam’ın caiz gördüğü her şekilde kullanılabilir. Nitekim Cumhuriyet’in ilk yıllarında bizde de camiler savaş sırasında silah saklamak, buğday stoklamak ya da atları düşmandan gizlemek için kullanıldı. Ancak bunlar, hiçbir zaman caminin kutsallığına saygısızlık için yapılmış şeyler değildi. Bakın bugün AKP iktidarıyla, gerektiğinde cami yıkılabiliyormuş onu da gördük.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, az önce bahsettiğimiz konuşmasında “Modernleşme dini hassasiyetlerimizin örselenmesine neden oluyor. Cami merkezli bir hayatı teşvik etmeliyiz” de dedi. Sizce İslamiyet’i doğru yaşamak için bunun illa cami merkezli olması mı gerekiyor?
Burada camilere nasıl bir anlam yüklediğiniz çok önemli. Cami, cami merkezli hayatta gerçekten adına yakışır şekilde mabet olacaksa, toplayıcılık anlamında fonksiyon icra edecekse, cumhurbaşkanının sözlerini desteklemek icap eder. Ancak siz camileri siyasi projenizin bir unsuru haline getiriyorsanız, toplumdaki farklı fikirleri yok etme ve tek tipleştirme amacıyla kullanıyorsanız o zaman cami merkezli hayat, İslami bir bakışı yansıtmaz ve dinci, faşizan bir anlayışa dönüşür.
İslamiyeti, hiç bilmeyen birine tarif etmek isteseniz ve bunun için de yalnızca üç kelime kullanma hakkınız olsa, hangilerini seçerdiniz?
Barış, adalet ve eşitlik. Bu üç sözcük aslında Muhammedi ve Kurani İslam dediğimiz yani Emevilerin yozlaştırmadığı, öz, hakiki, saf, duru İslam’ı yansıtan ifadelerdir. İslam, kelime anlamı itibariyle barış demektir. Müslüman da barış içerisinde olan. Müslüman önce kendi kendiyle barış içerisinde olandır. İnsan ve hayvan hakları konusunda hassas olandır.
İktidar ve Diyanet’i bir kenara bırakacak olursak… Türkiye’de kendini Müslüman olarak tanımlayan çoğunluk, İslamiyet’i anlattığınız gibi yaşıyor mu?
Aslında Kuran, bugün içinde olduğumuz toplumsal krizi çok önceden görmüş. Pek çok ayette şu geçer: “İnsanların çoğu yanlış yoldadır, fasıktır, hidayetten uzaktır.” Bugün de böyle… İslam’ı yaşama konusunda da maalesef toplumun büyük çoğunluğu Kuran’ın istediği; Muhammedi İslam çizgisinde değil. Tersyüz edilmiş bir İslam yaşanıyor Türkiye’de.
Peygamberin yaşadığı dönemi de işaret ederek soruyorum… İslamiyet’te ‘din görevlisi’ diye bir meslek var mıdır? Sadece namaz kıldırdığı için yurttaşların vergilerinden maaş alınabilir mi?
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sözünden örnek vermek istiyorum. Geçen yıl bir imam hatip lisesi açılışında şöyle demişti: “Cenazelerimizi kaldıracak imam yoktu. Namaz kıldıracak imam bulamıyorduk.” Bu, bir imam hatip mezunu olarak İslam tarihi, fıkıhı ve itikadından oldukça uzak bir açıklama. İslamiyet’te namaz kıldırma memurluğu diye bir şey yoktur. Namaz kılmayı bilen her Müslüman, namaz da kıldırabilir. Bu kadar. Namaz kıldırmak için ayrıca bir görevliye ihtiyaç yoktur. Bakın, aynı şey cenazeler için de geçerlidir. İslam fıkıhına göre cenazeyi, en yakını yıkar. Baba vefat ettiyse oğlu, anne vefat ettiyse kızı, çocukları yoksa eşler birbirini yıkar. Yani İslamiyet’te ‘cenaze yıkama memurluğu’ diye de bir şey yoktur. İslam bu tür mesleklere gerek duymayan, son derece toplumsal, insana dokunan, normal hayatın akışı içerisinde yaşanan; hiçbir şekilde siyasetin konusu olmaması gereken bir dindir.
İlahiyatçı yazar Cemil Kılıç
https://www.siyasetcafe.com/diyanetemevidonemigibiakpartiliolmayanvatandascamiyegitmiyor41560h.htm