Erdoğan'ın yemekte söylediği "Dışişleri Bakanım" sözüne de değinen Çölaşan, "Büyükelçiler yemeğinde bir hükümet üyesinden “Dışişleri Bakanım” diye söz etti. Dil sürçmesi falan değil, bunu hep yapıyor" ifadelerini kullandı.
"Yok böyle bir şey, bu sözler geçersizdir. Türkiye Cumhuriyeti krallık, padişahlık, sultanlık, hanedanlık değildir. O devirler çoktan geçti bayım…" diye yazan Çölaşan'ın bugün kaleme aldığı "Önce sert çıkacaksın sonra çark edeceksin!" başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, bir zamanlar dünyanın saygın ülkelerinden biri olan koskoca Türkiye Cumhuriyeti bunların elinde ne durumlara düştü, görüyorsunuz!
Bu iktidarın, başta partili cumhurbaşkanı olmak üzere muhteşem (!) bir taktiği var…
Bu oyunu özellikle dış politikada oynamaya çalışıyorlar.
Önce sert çıkacaksın.
Gerekirse tehdit edeceksin.
Baktın ki sonuç olumlu, sertliğini sürdüreceksin.
Olmuyorsa anında geri adım atıp yumuşayacaksın!
Hesapları şöyle:
Seçmenin aklında sert çıkışlarımız kalır ama geri adım atışımız kalmaz! Böylece bizim oylarda fazla bir düşüş yaşanmaz.
★★★
Her yerde, her fırsatta bir sürü ülkeye ve uluslararası kuruluşlara sürekli posta koydular, tehdit ettiler. Yıllardan beri böyle (idi).
Bazı sert çıkışların amacının ne olduğunu kendileri de bilmiyordu.
Örneğin kuruluş ilkelerine göre beş daimi ve değişmez üyesi olan (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sürekli çağrıda bulundular:
“Dünya beş'ten büyüktür. Kararlarınızı ona göre alın haaa!.. Yoksa bizden korkun, bu düzeni değiştiririz!”
Zannettiler ki Birleşmiş Milletler korkacak, “Aman Tayyip Bey'i daha fazla kızdırmayalım” deyip üye ülkeler yapısını değiştirecektir!
Ne oldu, ne değişti?
Hiçbir şey! Feryatları boşa gitti.
★★★
Çeşitli zamanlarda ABD'ye de çıkışlar yaptılar…
“F35 uçaklarımızı ver, aksi halde biz de kendi önlemlerimizi alırız.”
Ne uçaklar verildi, ne de önlem almaları mümkün oldu!
İki milyar dolar trink para ödeyip Rusya'dan S400 füzeleri satın aldılar. Amaç belli uluslararası konularda Rusya ile birlikte Putin'i de yanımıza çekmekti.
Füzeler Türkiye'ye getirildi, rivayete göre de kuruldu. (Aman dikkat, burada askeri sırları açıklayıp suç işlemiyorum. Bu haberler medyada çıktı. Hakkımda yeni bir dava daha açılmasını istemem!)
Ama böylesine büyük bir bedel karşılığında satın aldığımız bu füzelerin ne amaçla alındığı, kimlere ve hangi ülkelere karşı kullanılacağı bilinmiyor.
★★★
Suçladıkları, posta koydukları ülke ve uluslararası kuruluşların en başında doğal olarak AB, Yunanistan ve ABD vardı.
(O kadar çok ki, diğerlerini burada hiç saymıyorum.)
En başta AB geliyordu…
“Siz bizi almazsanız biz de kendi başımızın çaresine bakar ve gereğini yaparız.”
Neler söylediler neler!
“Siz kim oluyorsunuz da bizim işimize karışıyorsunuz…”
“Bize vize alma hakkını verin…”
Ancak kafaları en önemli bir konuyu almıyor, almak istemiyordu.
AB ülkeleri Türkiye'de gerçek bir basın özgürlüğü, demokrasi, fikir ve ifade özgürlüğü istiyordu. AB ülkelerinde terör çağrısı olmadığı sürece gazeteciler, siyasetçiler ve sıradan vatandaşlar çeşitli bahanelerle hapishaneye tıkılmıyor, haklarında anormal miktarlara ulaşan yüklü tazminat davaları açılmıyordu.
★★★
Yıllar boyu sert çıktıkça çıktılar, posta koydukça koydular, tehdit ettikçe ettiler…
Baktılar ki olmuyor, sonunda geleneksel taktiklerine dönmek zorunda kaldılar…
“Olmuyor, adamlara geri adım attıramıyoruz. Ekonomide ayvayı yemiş durumdayız. O halde bu gavurlara dostluk elimizi uzatıp barış çubuğu yakalım. Başka çare yok.”
★★★
Partili cumhurbaşkanı derseniz, çareyi birkaç gün önce buldu:
“Ben AB ülkelerinin Ankara'daki büyükelçilerini toplayıp bir yemek vereyim, ortamı biraz yumuşatmaya çalışayım. Bakarsınız ikna etmeyi, kafakola almayı başarırım!”
Büyükelçiler uzun süreden beri kullanılmayan Çankaya Köşkü'ne davet edildi…
Yemekler Saray'ın seçkin mutfak kadrosu tarafından hazırlanmıştı, gerçekten muhteşemdi.
Ortam son derece özgür ve demokratik idi!..
O kadar ki büyükelçilere “Acaba içki alır mıydınız” diye soruldu!
★★★
Ve Recep Tayyip onlara hitaben uzun bir konuşma yaptı…
“Nihai hedefimiz AB'ye tam üyeliktir. AB'nin refahında Türkiye'nin de payı olduğunu unutmayın. Çıkarlarımız örtüşüyor. Demokrasiden hukuka kadar her alanda büyük reformlar yaptık. (?) Geleceğimiz Avrupa'dadır. (Yani Katar'da değilmiş!) Sizinle yeni bir sayfa açalım, şu bizim serbest vize işini de çözelim.”
★★★
Büyükelçiler beyefendinin bu tatlı sözlerini sessizce dinlediler. Bir basın toplantısı olmadığı için soru sormaları falan zaten mümkün değildi.
Ama olsaydı ve büyükelçilerden biri şunu sorsaydı, Recep Bey acaba nasıl yanıt verirdi:
“Geçmişteki onca tehditleriniz ve hakaretlerinizden sonra şimdi yumuşamış ve geri adım atmış görünüyorsunuz. Ne oldu da değiştiniz? Yoksa siz hep böyle mi yaparsınız?”
İyi ki sormamış, yoksa partili cumhurbaşkanı zora düşerdi!
★★★
Emin Çölaşan'ın notu: Büyükelçiler yemeğinde bir hükümet üyesinden “Dışişleri Bakanım” diye söz etti. Dil sürçmesi falan değil, bunu hep yapıyor:
“Benim bakanım, benim valim, benim genel müdürüm…”
Yok böyle bir şey, bu sözler geçersizdir.
Türkiye Cumhuriyeti krallık, padişahlık, sultanlık, hanedanlık değildir. O devirler çoktan geçti bayım…
Doğrusu bakanımız, valimiz, genel müdürümüz olmak zorundadır.
Onlar devletin atanmış bürokratlarıdır.
Bu ülkede kimse kimsenin kulu değildir ve olamaz.
Bu anlamsız ve yakışıksız ağız alışkanlığını da artık değiştirmesini dilerim.