Türk halkının Boğazlarla ilgili kaderi, dün Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanan Tüzük değişikliğiyle yeniden şekillenmeye başladı.
Bu Tüzük ilk olarak 1994 yılında yürürlüğe girmiş ve bütün dünyanın gündemine oturmuştu. Türkiye tam 10 yıl süren uzun, zorlu, sıkıntılı uluslararası siyasi tartışmalara sürüklenmişti. Çünkü Tüzük, adeta Montrö’nün “Uygulama Talimatı” mahiyetindeydi ve tamamen ulusal menfaatlerimizin artmasına katkı sağlıyordu.
Yönetmeliğe bakar bakmaz gözüme çarpan iki madde var ki “Eyvah, ulusal menfaatlerimize geçmiş olsun” dedirtiyor.
***
Yıllar 1950’lerin sonlarını gösteriyordu. Dünya genelinde gemi ebatları büyümeye ve gemi sayıları da artmaya başlamıştı. Taşınan yük miktarları da aynı oranda artıyordu. Bu artış, İstanbul ve Çanakkale Boğazları için de büyük tehlike demekti. Gemi kazalarında can ve mal kayıpları artıyor, çevre felaketleri yaşanıyor ve acilen tedbirler alınması gerekiyordu. Türk Boğazlarında acilen emniyetli seyir yapmayı sağlayacak kurallar geliştirilmeliydi.
Montrö Sözleşme metninde, gemilerin Boğazlardan emniyetle geçebilmelerini sağlayacak kurallar detaylı olarak yazılı değildi. Metinde detay yoktu ama müzakere tutanaklarında Türkiye’nin can, mal emniyetini sağlamak; insanlarının hayatlarını tehlikeye atacak durumları engellemeye yönelik kurallar belirleme hakkı olduğu çok açık ifadelerle yazılıydı. Bu sebeple Montrö’de belirlenen geçiş rejiminin özüne uygun olarak, Türk halkının canına, malına zarar gelmesini engellemek, çevre felaketlerinin önüne geçebilmek, tarihi ve kültürel miraslarımızı koruyabilmek amacıyla emniyet kuralları belirlemek gerekiyordu.
Teknik açıdan bunu yapmak kolay gibi gözükse de siyasi açıdan pek çok engel vardı. En başta Boğazlarda söz sahibi olmak isteyen ülkeler her fırsatta Montrö’yü ön plana atıyordu. O sebeple çok titiz çalışmalar yapılması şarttı.
Bugün kapalı kapılar ardında yapılan tüzük değişikliği, o dönem bakın nasıl yapılmıştı?
“TÜRKİYE İLK DEFA TEK TARAFLI OLARAK BOĞAZLARLA İLGİLİ KURALLARI KENDİ BAŞINA BELİRLEYECEKTİ”
Alanlarında son derece yetkin ve uzman kadrolar tarafından onlarca yıl süren titiz çalışmalar yapıldı. Bütün dünyadaki emsal yapılar ve kurallar didik didik edildi. Hem ulusal hem de uluslararası kurallara en küçük bir tezat oluşmaması için büyük özen gösterildi. Tüzük hazırlık çalışmalarına STK’lar dahil, toplumun hemen her kesimi katıldı. Kolay değil, binlerce yıldır sürmekte olan Boğazlar mücadelesinde çok önemli ve yeni bir adım atılmak üzereydi. Yaklaşık 200 yıl üzerine, Türkiye ilk defa tek taraflı olarak Boğazlarla ilgili kuralları kendi başına belirleyecekti. İşte, bu denli özenli çalışmalarla hazırlanan Tüzük, 1994 yılında uygulamaya girdi.
Fakat yapılan onca titiz çalışmaya rağmen, tüzük hem teknik hem de siyasi açıdan sadece Türkiye’de değil, Birleşmiş Milletler nezdinde de 19942004 yılları arası hararetli tartışmalar yaşanmasına sebep oldu. Bu tartışmaların ilk 5 yılında, Türkiye siyasi açıdan çok zorlu günler geçirdi.
Peki neydi karşımıza çıkan itirazlar?
Boğazlarla ilgili kararları Türkler tek başına alamaz.
Karadeniz ülkeleri, Akdeniz ülkeleri, Boğazları kullanan ülkeler birlikte karar vermeli.
Kararlar Birleşmiş Milletler öncülüğünde kurulacak bir komisyon tarafından alınmalı.
Bu komisyon, Boğazlardaki uygulamaları yerinde izlemeli, gözlemlemeli ve kararları orada almalı.
İşte bu itirazlarla, 20’nci yüzyılın başlarında Sevr ile kurulan, Lozan’da diretilerek kabul etmeye mecbur bırakıldığımız ve ancak Montrö ile zar zor kurtulduğumuz“Boğazlar Komisyonu” 20’nci yüzyılın sonunda yeniden hortlatıldı. Emniyeti arttıralım diye, iyi niyetle oluşturduğumuz tüzük bahane edildi ve adeta “Boğazlarda gözümüz var. Yönetiminde söz sahibi olmak istiyoruz. Bu sevdamızdan vazgeçmedik, vaz geçmeyeceğiz” dendi.
Türk hükümranlığında bulunan Türk Boğazlarıyla ilgili oluşturulacak uluslararası bir komisyon elbette kabul edeceğimiz bir konu olamazdı. Birleşmiş Milletler'de bu öneri tartışılırken, Türkiye kesin dille buna karşı çıktı, itiraz etti. Fakat dinleyen kim? Türk heyeti Komisyon kurulmasını engelleyemeyeceğini görünce toplantı masasını terk etti. “Hükümran devletin olmadığı bir masada hükümran devletle ilgili karar alınamaz” dedi. Ama kimse dinlemedi. Türkiye’nin olmadığı masada, Türkiye’nin olmaz dediği komisyon hiç umursanmadan bal gibi kuruldu. Adına “Çalışma Gurubu” dedikleri bu komisyona, başlangıçta 17 ülke temsilcisi ve çok sayıda uluslararası kuruluş da gözlemci statüsüyle dahil oldu.
“TÜZÜK MONTRÖ GİBİYDİ”
Böylelikle, Birleşmiş Milletler bünyesinde uzun yıllar sürecek zorlu bir siyasi tartışma ortamı başladı. Türkiye için çok sıkıntılı günler yaşandı. Fakat Türkiye’nin yürüttüğü etkin diplomasi sayesinde, oluşturulan bu komisyonun, Boğazlar bölgesine gelmesine, hiçbir dönem fırsat verilmedi. Çalışmalar Birleşmiş Milletler bünyesinde kaldı. 19952000 yılları arasında, sürecin başındaki dönemin Londra Büyükelçisi Özden Sanberk, 2016 yılında yaptığı bir konuşmada o süreç için “meslek hayatımın en zorlu günleriydi” ifadelerini kullandı.
Yaşanan bu acı tecrübelerden sonra, Türkiye benzer bir siyasi tartışmaya sürüklenmemek için, devlet politikası olarak, tüzüğe bir daha dokunmama kararı aldı. Yani Tüzük de Montrö gibiydi, dokunduğun an, sonunun nereye gideceğini kestiremeyeceğin sonuçlar doğurabiliyordu.
Dün, Cumhurbaşkanlığı tarafından değiştirilerek yönetmelik yapılan tüzük işte bu tüzüktür.
Peki bu yeni değişiklikle neler oldu?
48 saat muafiyetinin 168 saate çıkartılması egemenlik haklarımızın kısıtlanması anlamına gelir. Montrö’yü Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde delmek anlamına gelir. 2016 yılında yapılan bu büyük hatayı düzeltme imkanı varken hatayı devam ettirmekte ısrar edildi. (Yeni Yönetmelik Madde 11)
Boğazlarda özelleştirmeye giden sürecin önünü kapatacağız dendi fakat Madde 28 ile adeta özelleştirmenin zemini hazırlandı.
Bu başlıklardaki detaylar ve Türk halkının kaderini şekillendirecek bu Tüzük değişikliği hangi tür kadrolar tarafından hangi yöntemlerle yapıldığı bundan sonraki yazılarımın konusu olacak.
Vaktiyle tüm dünyayı karşımıza alarak ulusal menfaatlerimizi arttırmak için oluşturduğumuz Tüzük, bugün ulusal menfaatlerimizin gerilemesi amacıyla değiştirildi adeta.
Konunun teknik detayları kafanızı hiç karıştırmasın. Şunu net olarak bilelim: Eğer ki çok uluslu bir “Boğazlar Komisyonu” kurulsaydı, Türkiye’ye ancak bu kadar zarar verebilirdi. Boğazların binlerce yıllık yıkımlarla dolu tarihi sürecini bilmeyenler, unutanlar ya da önemini kavrayamayanlar, son yıllarda ulusal menfaatlerimizi ve emniyet tedbirlerini geri plana atıyor ve farklı menfaatler peşine düşüyor. Şahsen, Cumhurbaşkanlığı ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığımızın, konunun önemini kavrayamayan bürokratlar tarafından yanlış bilgilendirildiğini ve yönlendirildiğini düşünüyorum. Buna acilen dur demeliyiz. Tüm siyasi partiler ve Türk halkı bu değişikliklerin neler getirip neler götüreceğinin takipçisi olmalıdır.
Hasan Terzi
https://odatv.com/eyvahulusalmenfaatlerimizegecmisolsun16081904.html