Hedef gösterilip tutuklanan genel yayın yönetmenimiz Merdan Yanardağ’ın 10 yıl 6 aya kadar hapis cezası istemiyle tutuklu yargılandığı davanın ilk duruşması görüldü. Mahkeme Yanardağ’a 2 yıl 6 ay hapis cezası ve tahliye kararı verdi. Yanardağ akşam saatlerinde 101 gündür tutuklu olduğu Silivri Cezaevi’nden tahliye edildi.
Silivri Cezaevi için “Burası rejimin zulmünün simgesidir” diyen Yanardağ’ın cezaevi önündeki açıklamaları şöyle:
“Bugüne kadar gösterilen dayanışma nedeniyle kamuoyunun, Türkiye’nin demokrasi güçlerinin, ileri güçlerinin, medya kuruluşlarının, basın meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin çok geniş bir desteği vardı.
Hapishanede dayanışma önemli. Ben tahliye olduğum için sevdiklerime, yakınlarına kavuştuğum için mutluyum ama aynı zamanda içinde derin bir yarayla… Can var içeride, Osman var, Tayfun var. Orada esir alınmış gibi, ağır bir saldırı altındalar ve imha edilmeye çalışılıyorlar. İçeride çok sayıda suçsuz arkadaşımız var.
Gezi direnişi davasında da ortaya bir yasa koydular. İleriye yönelik bir içtihat oluşturmaya çalışıyorlar. Demokratik hak ve özgürlükleri fiilen mahkeme kararlarıyla sınırlamak, basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü sınırlamaya çalışıyorlar.
Devlete infaz yasasını herkese eşit ve adil bir şekilde uygula demeyi suç saydılar. Mahkeme bir hesaplaşma mahkemesiydi. Mahkemede ben kendimi değil basın ve ifade özgürlüğünü, kişi haklarını savundum, savunmaya çalıştım.
Arkadaşlarımız içeride, hiçbir sorunları yok. Burada, rejimin simgesi olan Silivri Cezaevi’nde olumlu tek bir şeyden söz edilebilir. O da buradaki güvenlik emekçilerinin iyi niyetidir. Onun dışında burası rejimin zulmünün simgesidir.
İktidar yeni dönemde mahkeme kararlarıyla bir yeni rejimi inşa etmeye çalışıyor. Örneğin anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüş hakkı, önceden izin alınmaksızın herkes için geçerlidir. Peki Gezi cezası nedir? Nasıl anlaşılabilir bu? Bir protesto, hak arama eylemi pekala bir terör eylemi, darbe girişimi olarak değerlendirilebiliyor.
Benim davamda bir televizyon programı yargılandı. Güncel bir konuya ilişkin yapmış olduğum yorumlar nedeniyle terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme suçlamasıyla karşı karşıya kaldım. Peki söylenen sözlerde suç var mı? Hayır, hiçbirinde suç yok. Söylediğim sözleri aynen mahkemede tekrar ettim. Niye ceza verdiler? Geleceğe dönük bir içtihat oluşturmaya, sınırlamaya, bağımsız medyayı geri çekilmeye zorlamaya çalışıyorlar. Topluma gözdağı vererek sindirmeye çalışıyorlar. Buna izin vermeyeceğiz.
Şunu yapmamız gerekiyor. Hapishanedeki arkadaşlarımızla yaygın bir dayanışmaya ihtiyaç var. İnsanların rotasyon usulü tutuklanıp serbest bırakıldığı bir düzen oluşturuyorlar. Bunların hiçbirisi tesadüf değil. Tamamı özel olarak seçilmiş durumda.
Benim tutuklanmam, 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk siyasal sonucudur. Çünkü rejimin ahlaki ve siyasal meşruiyetinin sorgulanmasının gerektiği bir yerde, seçimlerin adil ve demokratik bir ortamda yapılmadığı, hile iftira ve kara propagandaya dayalı bir seçimden sonra iktidara yeniden gelindiğini sorgulamamız gereken bir aşamada benim seçilmem tesadüf değil.
Dün aynı gerekçelerle Ayşenur Arslan hakkında böyle bir soruşturma açıldı. Programı izledim, kesinlikle böyle bir şey yok. Ayşenur Arslan’ı susturdular arkadaşlar. Ayşenur Arslan susturuldu. Gönül isterdi ki Ayşenur Arslan programına devam etseydi. Türkiye’de bir Nazi hukuku yerleştirilmeye çalışılıyor. O da şudur, fiile değil faile yani suça değil kişiye bakarak suç icat etme. Ceza kanununda bir madde arıyorlar, yoksa yoruma ve varsayıma dayalı şekilde icat ediyorlar. Kuvvetli bir suç şüphesi yoksa bile önden tutukluyorlar, yani bir ön infaz. Mussolini’nin ceza yasasındaki ön infazı uygulamaya çalışıyorlar. Bunların hepsi basını susturmaya, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmaya dönük operasyonlardır. Bunu ancak dayanışmayla aşabiliriz.
Geçen seçimlerde her şeye rağmen yüzde 48’in hayır dediği bir Türkiye var. O çok kıymetli. Onu değersizleştirecek her şeyden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Bana göre anlamsız tartışmalarla değersizleştirilmeye çalışıldı ve bir ölçüde de başarılı olundu. İktidarın önünde denge ve fren sistemi kalmadı. Denge ve freni sağlayacak şey halkın iradesidir, demokrasi mücadelesidir.
Demokrasi mücadelesi veren arkadaşlarımız içeride. O nedenle duygusal bir psikolojiyle çıktım. Öyle bir yer ki burası arkadaşlarınıza hoşça kal diyemiyorsunuz. Yanımdaki koğuşta arkadaşımın buzdolabı yok. Yüksek güvenlikli bir yer burası. Osman Kavala 6 yıldır burada sessiz sedasız soylu bir direnişte. Tayfun Kahraman öyle. Seçilmiş bir milletvekili var burada, Can Atalay. Bu Türkiye’nin ayıbıdır. Onları içeride bırakarak çıkmaktan utanıyorum. O nedenle öfkeliyim.”
Tele1