Metin Akpınar tiyatro sahnesinde müthiş bir deha. Hiciv ustası, kendi değimiyle bir sanat emekçisi… Deve Kuşu Kabare ile büyüyen kuşağın hayran olduğu, Yasaklar, Beyoğlu Beyoğlu, Deliler, gibi unutulmaz eserlerini dijital medyadan izleyenlerin ise cesaretine hayran kaldığı bir isim. Türkiye’yi on yıl geriye götüren 12 Eylül Darbesi’nde siyasi hiciv yapmaktan çekinmeyen, serbest piyasaya mahkûm edilen “Özal’lı Yıllar”a göndermeleri ve ardından adına şiirler, şarkılar ve romanlar yazılan İstanbul’un üzen dönüşümü…
Toplumu tanıyan, dertlerini bilen, öretmeye devam eden, ileriyi gören entelektüel, aydın ve büyük bir sanatçı Metin Akpınar…
Yönetmenliğini Selçuk Metin’in senaristliğini ise Zeynep Miraç’ın yaptığı hayatının anlatıldığı “İyi Ki Yapmışım” belgeseli dolayısıyla bir araya geldik. Müthiş bir heyecanla gerçekleşti söyleşimiz. Çok şey öğrendiğimiz hayran olduğunuz, kendisinin sık sık dile getirdiği “vicdanlı” insan olma olmayı her fırsatta vurgulayan büyük sanatçı ile konuşurken sohbetimiz hiç bitmesin istedik.
YOZ BİR KENT KÜLTÜRÜ OLUŞTU
Sanata yönelik baskılar, itibarsızlaştırma artarken neden sanata entegre bir toplum olamadık. Sorusunu yönettiğimizde şu cevabı verdi:
“Aydın kişi olarak tanımladığımız insanlar günde ikiüç gazete okur, tiyatroya ve operaya gider, müzik dinlerdi. Böyle bir ortamda sanat büyüdü gelişti. Sonra zorunlu olarak göç başladı. Göç olmadan yerinde kalkınma olsaydı rahmetli Bülent Ecevit’in ‘kalkınma’, rahmetli Muhsin Ertuğrul’un da ‘Bölge Tiyatroları' diye tanımladığı bu iki olay gerçekleşseydi. İnan bu çizgiye bu kadar kolay gelmezdik. Daha olumlu bir çizgide olabilirdik. 12 ilde nüfusun yarısı yaşıyor. Bu göç ve göçerler tarafından taşınan örf, folklor ve kültür kent soylu ile örtüşüp onun üzerine yeni bir kent kültürü oluşturamadı. Tam tersi aşağıya çekti, yoz bir kent kültürü oluştu. Bu yozluk halen devam ediyor. Buna bir de ‘kutuplaşma’ diye tanımladığımız hatta benim polarizasyon dediğim ikiye bölüme değil de çoklu bölünme, o hale getirdi ki Türkiye’yi, artık kimsenin kimseye güveni kalmadı. “
Son zamanların en çok tartışılan konularından biri de siyasi mizah. Kimileri siyasi mizahın, politikacıların hoşgörüsüzlüğünden kaynaklandığını söylüyor. Yıllar boyunca “sanatındaki muhalif yanı” ortaya çıkarmaktan korkmayan Metin Akpınar’a nasıl değerlendiriyordu bu konuyu…
Hoşgörü meselesini ben çok sevmem. Hoşgörü aslında mağduru hoş görmektedir. Yani üste olan hoşgörür. Ama horda görebilir, o yetki onundur. Bir defa hoşgörü demokratlık değildir. Biz demokrasiden yanayız. Bu hoş görü kaybı değil ama gerçek demokrasiyi sindirememe, siyasi otoritelerinde geçiş dönemlerinde bize demokrasiyi tam ve doğru yansıtmamaları bakımından o zamanlar “cici demokrasi” diyorduk. Şimdi kendine has ‘Sui generis’ demokrasi ile idare edilmeye çalışıyoruz. Bütün bunlar popülasyonunda olumlu veya olumsuz maalesef sanatı etkiliyor.
Birlik beraberlik diye bir laf var. Ben onun kim, kimle nasıl beraber olacağını hala kavramış değilim. Bu yaşıma geldim. Havada bir laf gelir bana. Bundan kurtulmanın tek çaresi de iyi, güzelin yanına; doğruyu, etiğin, estetiğin yanına; adaleti koyup sevgiyi çoğaltmakla olacaktır. Sevgi müthiş bir şeydir esasında, ama sevgi emek ister. Emek vererek severseniz insanları, ülkenizi, bayrağınızı, sanatınızı ve yaptığınız işi temiz havayı soluduğunuzu, temiz suyu içtiğinizi sağlıklı beslendiğinizi severek, bilerek yaparsanız ve sade kendinizi oluşturduktan sonra başkaları için de olumlu şeyler üretmeye başladığınızda iş çözülür. Bizi diğer popülasyonlardan ayıran unsur da budur. Yoksa insanoğlu 350 bin senedir ‘Homo Sapien’ olarak var dünyada. Ama onu diğer yaratıklardan ayıran şey kendini iyi programladıktan sonra başkaları için yararlı işler üretme becerisidir. Böyle yaptığınızda sabit esereler bırakırsınız.
TİYATRO EMPATİ KÜLTÜRÜNÜN MABEDİDİR
Devekuşu Kabare, Haldun Taner'in öncülüğünde Ahmet Gülhan, Zeki Alasya ve Metin Akpınar tarafından 1967'de kuruldu. Toplumsal ve politik taşlamaya oyunlarda başarıyla yer verdi. Kendisine özgü üslubuyla kabare türünün Türkiye'deki önemli temsilcilerinden oldu ve geniş bir izleyici kitlesine ulaştı. Peki neden dağıldı?
Kabare tiyatrosun amaçladığı geleneksel ile çağdaşı sentezleyerek sunmak. Kabare Tiyatrosu 1964 kuruldu. 1992’de kapandı. Bu doğrultuda ciddi işler yaptığı kanaatindeyim. Türk toplumun övünebileceği bir bölümdür o. Tiyatro çünkü empati kültürünün mabedidir. Orada insan kendini sorgulamayı öğrenir. Çok önemli bir şeydir. Kendini sorgulayan insana vicdanlı insan denir. Kendini sorgulamayan insana ise kara vicdanlı insan denir. Bu yüzden kabare tiyatrosu çok olumlu bir şeydir. Keşke yine yelpazede yer alsa. Bu doğrultuda ömrüm yettiğince Okan Üniversitesi’nde Kabare Oyunculuğu dersleri vereceğim.
Haliç ve Okan üniversiteleri konservatuarlarında Tiyatroda Kabare Tarihi dersleri vermekte olan Metin Akpınar, eğitimin yetersizliğinden şikayetçi.
LİSE EĞİTİMİ YETERSİZ
Lise eğitimin olumlu olduğunu düşünmüyorum. Çocuklar boş geliyor bize… Bizim zamanımızda böyle değildi. Biz kitap okurduk. En çok kitap okuyan jenerasyon bizim jenerasyonumuzdu. İlk beyaz kitaplar serisinde “Budala” çıkmıştı. 25 kuruşa almıştım. Dostoyevski eseri. Aşağı yukarı o seri bin 100 kitaptır hepsini okudum. Mesnevi’den ve Voltaire’in Felsefe Sözlüğü’ne kadar… Biz bunları okuyarak geldik. Yeni nesil maalesef okumadan geliyor. Bu biraz teknolojinin gelişmesinden kaynaklı belki de çocuklarımız boş geliyor.
ENTELEKTÜEL FORMASYON DERSİ İCAT ETTİM
Ben de eğitimimde sınıfların birinci döneminde “Entelektüel Formasyon Ders icat” ettim. Onu yapmaya çalışıyorum. Yani Big Bang Teorisi’nden başlayıp günümüze gelen, bir özetle başlıyorum. Çünkü kabare tiyatrosu yapmak isteyen gençlerin, her şeyden haberdar olmaları lazım. Özellikle doğaçlamaya açık bir türdür kabare. Doğaçlamayı yapabilmek için oyuncunun kendini çok doldurması lazım. Bugün kabare tiyatrosunun eksikliği hissediliyor. Bir ara bizden sonra 18’e kadar çıktı kabare tiyatrolarının sayısı. Ama bugün hiç yok. Bence bu bir üzüntü.
TİYATRO GEREKEN RAKAMLARA ULAŞMADI
Pandemiden en çok zarar gören sanat dallarından biri tiyatro oldu. Perdelerin kapanmasıyla birlikte binlerce tiyatro emekçisi sınırlı sayıda bazı desteklerden yararlananlar haricinde tümden işsiz ve parasız kalmış durumda. Evini kapatıp ailesinin yanına taşınanlar, memleketine dönenler, meslek değiştirmeyi planlayanlar, altına girdiği vergikredikira borçlarını nasıl ödeyeceğini bilemeyenler. Bu süreç nasıl atlatılacaktı.
Biraz kötümserim, çünkü Türk Tiyatrosu hiçbir zaman gereken rakamlara ulaşamadı. Dünya standartlarında nüfusun yüzde 10’dur. Aktif tiyatro koltuğu olarak bakıldığında. Biz bugün 83 milyonuz, kaç aktif koltuk var? Kaç aktif sanatçısı var? Bugün Türkiye’de tiyatrodan bahsetmek matematiksel olarak olası değil. Çünkü tiyatro bir toplumun vazgeçilmezidir, ana gereksinimidir. Böyle bir eksiklik olursa, biz iyi gelişmiyoruz demektir. Nitekim görülüyor.
TİYATRO TOPLUMSAL BİR İŞTİR
Ana mesele devlettedir. Bir defa devlet sahip çıkacak. ‘Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Bale kaldırılsın, çalışmasın’ gibi birtakım laflar var ya; hayır! Onlar var olmalı. Onun dışında belediyeler tiyatrolara sahip çıkmalı. Bugün 81 ilde şehir tiyatroları yok. Saysanız 35 taneyi geçmez. Yerel Yönetimler de tiyatroya gereken önemi gösterecek. Sermaye de tiyatroya özen gösterecek.
TİYATRO BİNASI YOK
Türkiye’de tiyatro olarak yapılan bina yok. Tiyatro bir bütündür. Bir toplumun vazgeçilmezi olduğu kararını verip, devlet, yerel yönetimler, sermaye ve sanat tüketicisi… Siz talep etmezseniz, onlar bir şey yapmaz. Onun için bu talebi doğuracak politikaların yapılıp, işlenmesi lazım. Bugün siyasi partilerin programlarına baktığınızda “Sanata gereken değer verilecektir” gibi yuvarlak laflar vardır. İnsan düşünen hayvandır. Ve düşüncenin en saygın en soylu biçimi sanattır. Bir defa buradan başlayalım; sanat yoksa o insanın düşünce mekanizması saygınlığından yitirir. Önce sanatı benimsemek, sanatın bir vazgeçilmez olduğu düşünmek ve yaratmak gerekir.
ZEKİ & METİN İKİLİSİNİN BAŞARISI
Zeki Alasya ve Metin Akpınar 1965’te iki arkadaş bu kez Ulvi Uraz Tiyatrosu çatısı altında bir araya geldiler, geliş o geliş. Türk tiyatro ve sinema tarihinin en unutulmaz ikililerinden biri doğuyordu.
Bizim Zeki ile karşılaşmamız... Ama insanı insan yapan benlik, kimlik, kişilik ve karakter. Bunların hepsiyle kendinizi yaratıyorsunuz. Türk Talebe Birliği’nde tesadüfen bir araya geldik. Biz birimize sahip çıktık. Zeki Alasya & Metin Akpınar deyince başa sevgiyi koyarım. Ben Zeki’yi severdim. Oda beni çok severdi. Ve bunu birbirimize belli ederdik. Sevgi emek isteyince, buna karşılık verdiğimiz emeği de karşı taraftan görmek isterdik. Bizzat görürdük. Beraber yaşamak dünyanın en zor şeyi. Atatürk bir Meclis açılışında, “insanlar toplumsal olarak bir yaşam sürdürmek zorundadırlar ”der. Biz de toplumsal yaşıyoruz. İki insan bir araya gelince hemen özveri başlar onun yanında. Demek ki sevginin yanına özveriyi koyacaksınız. Yalnız özveri değildir. Sevgi, saygı, empati , özveri ve demokrasi bunlar iki insan için ne kadar geçerli ise aile için de, şehirler ve ülkeler için de geçerli. Biz bunu başarmış iki kişiyiz.
DÜNYANIN EN UZUN SOLUKLU İKİLİSİ
Birbirimizle hiç kavga etmedik. Çok aynı düşünen insanlar değildik. Zeki’nin kafası başka yerlerde, benim kafam başka yerlerdeydi. Ama birbirimize tahammül etmeyi özveri göstermeyi birlikte yaşamayı becerdik. Bunun içerisinde sanat denilen güzel olgunun insanı maddi manevi beslemesi gerçeğini de ihmal etmemek gerekir. Bugün siyasiler hep ‘ben kendim için hiçbir şey istemiyorum, vatanıma milletime her şey vermek için geldim. Ama emekli olduğunda 15 bin lira kenara onu hiç görmezsin. Şimdi bizde hem maddi hem de manevi doyum önemlidir. Birde bu ikili sanat tüketicisinden bunu yakaladı. Bizi biz yapan, sanat tüketicisinin bize duyduğu sanat sevgisidir. Bizi yaratan Türk toplumu. Bütün bunları birleştirdiğinizde mükemmel bir ikili çıkıyor meydana. Dünya rekoru olarak da, birlikte çalışmanın iyi örneklerini vermiş iki kişiyiz. Nur içinde yatsın. Biraz erken öldü.
Neden ayrıldılar?
İkimiz de en iyi arayan insanlardık! Benim bu güzel ülkemde de en iyiye en mükemmele ulaşmak olası değildir. Mükemmellik için çalışırsanız, ancak vasatı iyiye çekersiniz. O yüzden biz de o doyumsuzluk içerisindeydik. Bir sürü güzellik yaptık. Daha iyi şeylerde yapılabilir kanaatindeydik. Beraberliğimizin, birbirimize zarar verdiğini hiç düşünmedim. Ama yalnızda bir şeyler başarılabileceği fikri de kendi kendine içerden doğmuş demek ki. Yine burada ben ve ego öne çıkıyor. Bugün beynimizin her şeyini girebiliyoruz. Ego nerede bilmiyoruz. Ama böyle bir şey var. O egonun da bu birlikteliği sürdürmemek doğrultusunda fikir ürettiğini düşünüyorum. Kendimize baktığımız zaman da bunu gerçekten yapabileceğimizi düşündük.
ZEKİ AYRILMAK İSTEDİ
Ayrılık kararı Zeki’den geldi. Ben sadece Zeki’ye saygımdan ‘ben yoruldum bırakıyorum’, diyerek ona yardımcı olmaya çalıştım. Yoksa ayrılmamızı hiç istemedim. Çünkü bizim yapacak daha bir sürü işimiz vardı. Zeki çok kabiliyetli, becerikli bir adamdır. Bilgi birikimi onun da çok iyidir. Benden daha çağdaştır. Teknolojiye hakimdir. Ben değilimdir. Birbirimizi tamamlayan ikiliydik. Ne yazık ki o küçük ayrılık çok önemli değil ama ilahi ayrılık bizi ayırdı. Ama sanatçılar ölmez bende yarın gidince beraber yaşayacağız.
İNSAN OLDUKÇA TİYATRO VAR OLACAKTIR
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, tiyatroyu insanlar yapar. Çok insanca bir şeydir tiyatro. İnsanı insana insanca anlatma sanatı diye anlatmışlar. Rahmetli Turgut Özakman hocamız bir de ‘insancayı’ eklemiştir. Demek ki ana unsur “insan” varsa tiyatro olacak. Bunun darlığı, zorluğu, ihtilali, geçiş noktası, içinden geçmekte olduğumuz dönem falan yok. İnsanlar buna asılacaklar olacak. Yeter ki bu sanat dalanı tüketecek sanat tüketicisi olsun.
http://www.krttv.com.tr/kultursanat/metinakpinarhosgorudemokratlikdegildirh45804.html