Home
31 Temmuz 2018 ( 127 izlenme )
Reklamlar

Mustafa Kemal Paşa'yı Atatürk yapan nedir?

Sabahattin Eyuboğlu ve halka güvenmek, halka dayanmak…


Halka güvenmek, halka dayanmak, halkı sevmek dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri Sabahattin Eyuboğlu’dur. Onun Mavi ve Karakitabında bu konuyu tartıştığı, insana işin can alıcı özünü yakalamış ya da ne güzel anlatmış dedirten birçok makalesi var. “Biz aydınlar, kendimize halkçı dediğimiz zaman bile, hatta belki en çok o zaman, halkı kendimizden ayrı bir dünyada yaşayan dumanlı bir kalabalık sayarız. Halk bizim inanmadığımıza inanabilir. Bizim bayağı dediğimize güzel, güzel dediğimize saçma diyebilir; biz ağzımızın tadını biliriz, o bilmez. Oysa (…) halk Karagöz’ü yapmış biz o cıvık operetleri; halk Yemen Türküsünü’nü söylemiş, biz o yapışkan, o ağlamış şarkıları; halk alçakgönüllü ustalar yetiştirmiş, biz burnu Kaf dağında üstatlar…”

Vedat Günyol da çok sevgili dostunun halkçılığına dikkat çekiyor. “S. Eyuboğlu’nu bütün o temiz, dost canlısı yaşamında ilgilendiren, kafasını, gönlünü bağladığı konuların, uğraşların, dertlerin başında, halk kavramı, halk gerçeği gelmekteydi. ‘İlyada ve Anadolu’ adlı yazısında şöyle diyor: ‘Yeni Türkiye, din ve ırk kavramları üstüne değil, yurt ve dil kavramları üstüne kurulmuştur. ‘Ona göre yurt demek, bir ölçüde halk demekti. Eyuboğlu halkı şöyle tanımlıyordu: ‘Halk, senin benim, bütün teklerin buluştuğu, damlaların göl, elin ayağın beden, akılla duygunun kafa olduğu, değişik renk, ses ve kokuların kaynaştığı, birliğe vardığı yerdir.’”

HALKI SEVMEK

Halkı sevmek ona hoş görünecek işler mi yapmaktır? Kaba bir anlatımla söylersek onu aldatmak mıdır? Oysa gerçek sevgi, saygısız olabilir mi? Eyuboğlu halka hoş görünmek düşüncesine cepheden karşı çıkıyor. “Halkı sevmek başka, halka yaranmak başka: O kadar başka ki, halkı seven ona yaranmaktan kaçınır, tiksinir de, sevmeyen yaranmasını başarabilir ancak. Halkı bir parmağında oynatmak, dilediği gibi ağlatıp güldürmekle övünen kişi kendi aşağılığını halka yükler ve iğrenir ondan. Kim kralı soytarıdan daha fazla küçümseyebilir?”

Eyuboğlu halk adına fetva verenleri de şiddetle eleştiriyor: “Halk şunu tutar, bunu tutmaz diyenler yok mu, en büyük halk düşmanları onlar arasından çıkar. Neden derseniz, düşmanlık, başkasına yukardan bakmakla başlar. Halkın dostu kendi tuttuğunu halkın da tutacağına inanandır. Sanatçıları da bu bakış açısına sahip olmaları için uyarıyor. Eyuboğlu: “Halktan uzaklaşma, tabiattan uzaklaşma gibidir” belirlemesini yapıyor ve sözünü şöyle sürdürüyor: "Her ikisi de belki insanı yükseltir, sivriltir, ama kökünden ayırdığı için kurutur da. Sanat tarihi bu kurumanın bin bir çeşit örnekleriyle doludur. Bizim Divan edebiyatı hem tabiattan hem halktan kopmanın şahane bir örneğidir.”

Halk dendiğinde halkın içinde, denizdeki balıklar gibi olması gereken aydınlar geliyor akla. Ne yazık ki gerçek tam böyle değil. “Halkla aydınlar arasındaki kopmuşluk bizim en eski ve yeni sorunumuz değil midir? Osmanlı İmparatorluğu bu kopukluk yüzünden batmadı mı? Bağımsızlık Savaşımız halkla aydınlar kaynaşmasından ne büyük bir güç doğacağını ortaya koymadı mı? (…)Mustafa Kemal Paşa’nın bütün devrimci çabaları halkla aydınlar arasındaki kopukluğun giderilmesine çevrik sayılmaz mı?”

“Halka saygısı olmayanın halka göstereceği yol bir kulluktan bir başka kulluğa götürür onu. Demokrasi özlemiyle kurulan yeni Türkiye’de başarılmış en güzel işler halka saygı, sevgi ve güvenle başarılmıştır. Atatürk’ün hayatı halkı hor görenlerin körlüğünü ispatlamakla geçmiştir denebilir.”

MUSTAFA KEMAL PAŞA'YI ATATÜRK YAPAN NEDİR

Sabahattin Eyuboğlu’nun bu soruya yanıtı şöyle: “Mustafa Kemal Paşa’yı Gazi ve Atatürk yapan, ezilmiş Anadolu halkına sahip çıkması, güvenmesi ve dayanmasıdır. Ana ilkesi halktı bu yaman savaşçının. Halkın hakkını aramaktı düşüncesini yoğuran, kılıcını bileyen. Halktan yana olmanın tek anlamı halktan yana olmaktı onun için. Düşman, dışarda da içerde de halkın düşmanlarıydı. Zaferi halkın, devleti halkın, partisi halkın, ülküsü halkındı. Kızdıkları halktan uzak, sevdikleri halka yakın olanlardır.”

HALKIN GİZİL GÜCÜ NEDİR

Halkın gücü yıllar yılı içinde birikmiş, nice yaşanmışlıklardan damıtılmış değerlerde, özde saklıdır. Eyuboğlu, Atatürk’ün bu anlayışta olduğuna dikkat çekiyor. Bizi çıplak gözle ya da dışardan bir bakışla görünenin ötesini kavramaya çağırıyor. Gerçek demokrasiye, daha net söylersek halkçı demokrasiye ancak bu bakış açısıyla ulaşılabileceğini anımsatıyor. “Atatürk: Ne mutlu Türküm diyene, derken: Ne mutlu halkım diyene, demek istiyordu. Yüceltmek istediği oldum olası ezilmiş hor görülmüş, başıkabak yalın ayak Anadolu halkıydı. Ona, onun içinde birikmiş değerlere bağlıyordu yeni Türkiye’nin kaderini. Soylu kan dediği halkın kanıydı. Gerçek efendimiz diye önünde saygıyla eğiliyordu halkın. Atatürk adının ve devrimlerinin asıl kaynağı bu saygıdır işte. Ama oy avcılarının halka yaranma çabaları bu saygıyla karıştırılmamalı. Onların yarandıkları zaten halk değil, halkın sülükleridir. Seçilsin seçilmesin, en güzel düzenin halkla birlikte, halka dayanarak, halka güvenerek kurulacağına inanan, halka seslenmekten yılmayan politikacı ise gerçek demokrasinin tek güvenilir sözcüsüdür; çünkü seçimlere kızıp, halktan umudu kesip kestirme yollara sapanlar ister istemez halktan da kopacaklardır. Halktan ve haktan kopanınsa, halkın ve hakkın hizmetinde işi ne?

Doğu Perinçek de 8 Temmuz 2018 günlü Aydınlık gazetesindeki, “Kayısı çekirdeğindeki sır” adlı yazısında Eyuboğlu’na benzer bir biçimde sorunun temelinin, bakış açısı olduğuna dikkat çekiyor. “…kayısı çekirdeğinde neyi görüyoruz” diye soruyor ve yanıtında işin püf noktasına parmak basıyor: "Odundur deyip çöpe atabiliriz. O zaman odun olduğunu ispatlamış oluruz. Ama eğer o çekirdeğin içindeki cevheri görür, gider toprağa gömer, emek verirsek, o çekirdeğin kayısı fidanı olacağını ispatlarız."

“Neyi ispatlamak istiyoruz, halka oradan bakarız. Eğer bu halkla, bu insanlarla devrim yapacak isek, Atatürk gibi onların zeki ve çalışkan olduğunu görürüz. Ve onların zeki, çalışkan ve kahraman olduklarını kanıtlarız.”

Son söz: Bize düşen karar vermek ve emek harcamak olmalı. Emek vermeksizin çekirdek kendiliğinden ağaca dönüşmüyor. Sanırım gerekli olan sabırla devam ettirilen, birleşik ve örgütlü emektir. 

(*) Mavi ve Kara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı: Ağustos, 1999, 2. Baskı Ekim 2002, İstanbul.

Feyziye Özberk

https://odatv.com/mustafakemalpasayiataturkyapannedir30071852.html

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

'Camiye gelmiyorsun' diyerek Alevi işçiyi kovdular! Bakan Nebati İYİ partisi Yılmaz'ın "Türkiye IMF'den borç aldı" iddiasını yalanladı: Ya konuyu bilmiyorsunuz ya da çarpıtıyorsunuz.! Uruguay Savcılığı açıkladı: Mehmet Aydın lüks tatil beldesindeki konut projesine imza atmış Malatya sallanmaya devam ediyor: 3’üncü deprem oldu