Suudi yazar Manal AlSharif’ın “Yola Çıkma CesaretiBir Suudi Kadının Uyanışı” adlı eseri Banu Tatari’nin çevirisiyle Epsilon Yayınları’ndan çıktı.
Manal AlSaharif’in kendi anılarına dayanan kitapta, Suudi Arabistan’da kadınların yaşadığı zorluklar anlatıldı. Gazeteci Nevşin Mengü’nün “Önsöz”ünde, “eğer bu coğrafyaya demokrasi gelirse, sanırım onu kadınlar getirecek” dediği kitapta, bir Suudi kadının yaşadığı baskılarla, acılarla nasıl mücadele ettiği, bu mücadele sonrasında nasıl uyanışa geçtiği okuyucuya aktarıldı.
Suudi Arabistan’da "kadın haliyle araba kullanmak" suçlamasıyla hapis yatmış olan Manal AlSharif, Arabistan’da kadın olmanın zorlukların birinci ağızdan aktarırken çocukluğunda aile içerisinde yaşadığı şiddeti ve kitap okumanın, kitaba ulaşmanın ne kadar zor olduğunu anlattığı kısım dikkat çekici bölümlerden biri oldu.
“Peçenin Arkasında” başlıklı bölümde, Suudi Arabistan’da yasaklanan bir aşk romanını nasıl gizlice ülkeye soktuğunu anlatan Suudi yazar, kitabın bulunduktan sonra yakıldığından bahsetti. Ekmek yapmak için odun ateşinde eskiyen kitapların yakıldığına değinen Manal AlSharif o anları “Karnımızı doyuran ekmek, aklımızı besleyecek sayfalar pahasına pişiriliyordu” diye anlattı. Sharif, okuma ve yazma tutkusunu ardından öğretmeniyle yaşadıklarına da bu bölümde yer verdi.
İşte “Peçenin Arkasında” başlıklı bölümde yer alan o satırlar:
“Babamdan yediğim son dayağı hâlâ unutamıyorum. Ortaokul üçüncü sınıftaydım ve kafam öyle sert vurmuştu ki neredeyse bir kulağımı kaybediyordum. Saatler boyunca tüm seslere sağır kalmıştı kulağım ve bugün bile bana neden vurduğunu bilmiyorum.”
“ASLINDA BÜTÜN BUNLAR NE ÖĞRENDİYSEK ONU YAPMAMIZDAN KAYNAKLANIYORDU”
“Evde ve okulda gördüğüm mantıksız zulüm döngüsü, kardeşlerimle olan ilişkilerime de yansımıştı. Birbirimizle yumruklaşıyorduk ve güçlü olan, zayıf olanı dövüyordu. Ablamdan bana düşen dayak, ısırma ve saç çekme payımı almıştım, bunun karşılığında kardeşim de benden kendi dayak payını aldı. Sonra büyüyüp güçlendiğinde ondan da dayak yedim. Aslında bütün bunlar, ne öğrendiysek onu yapmamızdan kaynaklanıyordu Ebeveynlerimizle olan ilişkimizi korku yönetiyordu. Fiziksel şiddet olmadığında bile sözlü taciz, gerilim, cesaretlendirme eksikliği, gözdağı ya da tümden bir kayıtsızlık vardı daima.
Ben de bütün bunları unutmak için kitaplara ve derslere sığındım ancak bu yöntem her zaman başarılı olmuyordu. Bir keresinde, on iki yaşındayken kız kardeşimin, Mısırlı yazar İhsan Abdülkudüs’ün yazdığı bir aşk romanı olan Boş Yastık kitabını ona sormadan ödünç aldım. Bu kitap Arapçaya çevrilip Lübnan’da yayınlanan yabancı dildeki romanların bir koleksiyonu olan Abir serileri gibi müstehcen aşk romanları, Suudi Arabistan’da yasaklanmıştı. Ancak annemin Mısır’daki ailesini ziyaret etmek için sık sık yaptığımız geziler, kız kardeşimin sonrasında da benim bu kitapları gizlice krallığa sokması anlamına geliyordu. Mina kitabının bende olduğunu anladığında önce beni dövdü ve sonra da kitabı bitiremeyeyim diye sayfaları gözlerimin önünde yaktı. Kitabın sonunda ne olduğunu öğrenmeyi takıntı haline getirmiştim; acaba genç âşıklar kavuşabilmişler miydi? Aklımı esir alan o karakterlere ne olduğunu öğrenmem, Mısır’daki büyükbabamı ziyaret edip orada kitaptan uyarlanan filmi izlememle mümkün olmuştu.”
“KARNIMIZI DOYURAN EKMEK AKLIMIZI BESLEYECEK SAYFALAR PAHASINA PİŞİRİLİYORDU”
“Okumaya olan ilgim, yazı yazmayı da sevmemi sağladı ve annemin Mısır’daki ailesine yaptığım ziyaretler bu anlamda da paha biçilemezdi. Ziyarete gittiğimizde büyükbabamın evinde kalırdık, amcam Ömer de burada yaşıyordu. Amcamın kızlarının en büyüğü, bizim için odun ateşinde ekmek pişiren Eftima’ydı. Bir gün yanında bir yığın yıpranmış hikâye kitabı gördüm. Toz katmanları altına gizlenmişlerdi, bir tanesinin kapağını temizlediğimde ‘Beş Maceraperest’ başlığını gördüm. Kuzenimin kitapları ateşe attığını anladım. Karnımızı doyuran ekmek, aklımızı besleyecek sayfalar pahasına pişiriliyordu.
Eftima Abla’ya bu yığından kitap alıp alamayacağımı sordum. Sadece bir tanesini alabilmek için heyecan içinde kıvranırken tüm yığını bana doğru itip, ‘Hepsini al,’ dediği an yaşadığım mutluluğu hayal edin! Yaz tatilimi, kodları kıran, risk alan, suçluların en kötüsünü ortadan kaldıran ve aranan kaçakları polise teslim eden beş maceracı ile birlikte geçirdim. Bunları okurken ben de kendi maceralarımı yazmaya karar verdim. Üstelik bu kez hikâyenin kahramanı olabilirdim. Gerçek hayattan en sevdiğim insanlar; kardeşim Muhammed ile kuzenlerim Mal, Ahmey, Hanan, Hamman ve Hussam da sayfalarda yer alabilirdi.
O zamanlar, ne hikâyemi yazabileceğim kişisel bilgisayarlar, ne de basabileceğim ev tipi yazıcılar vardı. Yıl boyunca harçlığımdan biriktirdiğim tüm riyaller kitap almaya gittiğinden yeni bir defter için param yoktu, bu yüzden önceki yıl okulda kullandığım not defterlerindeki boş sayfaları çıkarmaya başladım. Dikkatle her sayfanın üst kısmından konu ve tarih satırını kestim. Her bölümü, içime sinene dek kurşun kalemle karalar, daha sonra mavi tükenmez kalemle dikkatlice kelimelerin üzerinden geçerdim. Ve çizim yapmayı da sevdiğimden, hikâyemdeki insanların ve olayların karikatürlerini yaratmaya başlamıştım. Tüm bu süreçte en gururlu hissettiğim an, ‘Son’ yazdıktan sonra kalemi bıraktığım zamandı.”
“TEKRAR YOK EDİLMESİNİ İSTEMİYORDUM”
“Yazdan sonra ilkokulun altıncı sınıfına geçecektim ve yeni ders yılının başlaması için günleri sayıyordum. Çok sevdiğim Arapça öğretmenim Makbule Hanım’a hikâyemi göstermek için sabırsızlanıyordum. Dersler yeniden başladıktan sadece biriki gün sonra, onun ödevlerimizi kontrol etmesini beklerken masasının başında gururla ve sabırsızlıkla dikildim. Bana gözlüklerinin arkasından baktı ve gülümsedi. Hikâyemi ona verdim. Yaz tatilimi bunu yazarak geçirdiğimi ve okumasını çok istediğimi açıkladım onda
Bir gün, iki gün, bir hafta geçti. Makbule Hanım sınıfa her girdiğinde ona umutla bakar, ama sessizliğin ötesinde bir cevap alamazdım. İki hafta geçmişti, ona emanet ettiğim hikâyemi sormak için dersin sonunda çekinerek masasına gittim. ‘Makbule Hanım, hikâyemi okudunuz mu?’
Cevabı öfkeliydi. ‘Hikâyen mi? Seni yalancı,’ dedi. ‘Bu senin hikâyen değil, Onu başkalarından kopyalayıp sana ait olduğunu iddia ettin.’
Bütün sınıf dinliyordu. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. ‘Onu bana geri verir misiniz?’ diye sordum titrek bir sesle ve ağlamaklı bir halde. ‘Senin çalıntı hikâyeni yırtıp attım!’
Yerime geçmek için arkamı dönemedim. Makbule Hanım’ın ters bakışları karşısında donakalan gözlerimden akıtamadığım yaşların tuzunu genzimde hissederek, orada öylece durdum. Bu olaydan sonra, yazdığım hemen her şeyi sakladım. Tekrar yok edilmesini istemiyordum.”
https://odatv.com/peceninarkasindaneleroluyor09031922.html