Bugün bir sipariş aldım.
Sevgili BarışTerkoğlu bana “Neden KASIMPAŞA'yı yazmıyorsunuz?” dedi.
Eh aslında bu siparişin sebebini gayet iyi biliyorum da olsun hatırladığım Kasımpaşa'yı yazmak hoş bir duygu.
Aslında benim doğduğum ev “Yukarı Kasımpaşa” diyebileceğimiz ve 1012 basamak ile Şişhane Tozkoparan eski adı yeni adı ile Refik Saydam Caddesi’ne çıkan kesimindeydi.
Refik Saydam Caddesi’nin eskiden mevcut olan ve şimdilerde yolgeçen SARIMADAN (JALE AİLE BAHÇESİ) kıraathanesini birleştiren yokuşun hemen altında idi. Adeta Şişhane'nin çukurunda idi. Orada eskiden İstanbul Doğum kliniği olan bir apartmandan bozma hastane vardı ve yan duvarında da HAMİDİYE ÇEŞMESİ diye anılan bir köy çeşmesi ve yalağı mevcuttu.
O çeşmenin yanı başındaki tek katlı evde ise Rahmetli babaannemin eski Balatlı çocukluk arkadaşı ve can dostu Madam Rebeka Tiza ile oğlunun ailesi ikamet ederlerdi. İsimlerini zikretmeden geçemem. Oğlu Nesim Tiza Tavukçu, eşi Madam Linda kızları Zali ve Rifka ve küçük oğulları Kemaliko.
Çocukluğumda en fazla ziyaret ettiğimiz komşu evlerinden biriydi.
Hem babamların doğum yeri olan Balatlı olmaları hem de aile dostu olmaları önemli etkendi kuşkusuz. Madam Rebeka başlı başına bir standup sanatçısı idi. Uzun seneler aile dostluğu ve arkadaşılıkları devam etti. Madam Rebeka bizler geldiğinde veya biz onlara gittiğimizde sanki tiyatroya gidiyormuşçasına bir sevinç doğardı içimize. Benim ve ablamın yüzü gülerdi. Kısaca çok sevimli resmen komik kadındı.
Evinin anahtarları (bir gardiyan anahtarlığı misali anahtar demetini) para cüzdanını, mendi ve daha bilumum evrak ve malzemeyi PAMUKBANK dediği memelerinin arasnda saklardı. Torunlar para isterse “Haydi Pamukbank'a” deyip memelerinin arasından para çıkartıp dağıtırdı.
Oğlu Tavukçu Nesim abi az bir şey içer ve mali sıkıntılar nedeni ile eşini az bir şey hırpalardı. Bu türden nahoş olaylar oldu mu Madam Rebeka bize sığınır ve olaya mizah süsü vererek “Bizim evde yine 6 Eylül var” diye gırgıra vururdu.
İkinci adres ise şimdilerde hatta uzun zamandan beri Yunanistan'a göç etmiş olan Madam Kiça ve Mösyö Apostol'un (soyadları Filidis ) evi idi. Neredeyse 15 yıl kadar önce bir Atina seyahatimde büyük kızları Anula ve kocası ile görüştüm. Allah hepsine uzun ömürler versin. Vefat edenlere de rahmet. Küçük ve güzel kızlarının adı ise Makrina idi.
Bizim ev işte Mösyö Apostol'un evi ve marangoz atölyesi olan binanın bitişiğindeki iki bitişik tahta binadan birincisindeydi. 3. katta biz oturuyorduk.
BAKKALDAN BİLE VERESİYE ALMAYAN BABAM…
Evde banyo filan yoktu. Babam alaturka tuvaletin üstüne bir kova ve bir duş kafası ile bir düzenek yapmış annem de sıcak suyu ısıtıp kovanın içine döküp yıkanmamızı sağlıyordu.
Evde ben doğana kadar buzdolabı da yokmuş. Benim doğduğum gün dükkanı Refik Saydam Caddesinde olan elektrikli aletleri satan bir baba dostu Jozef Kastoryano –yanılmıyorsam (Jozef abi sonradan yıkılan UNKAPANI SİNAGOGUNUN GABAY'ı idi. Gabay yöneticisi demektir. Unkapanı sinagogundaki Sukkot gecesi anımı ilk fırsatta paylaşacağım) “Aaron abi gel sana bir dolap vereyim. Hem ucuz hem de taksitle. Bak bir de oğlun oldu mama yemek filan sağlam dursun” demiş. Kısaca babam o binaya (aslında bina dediğim tahta ev komple tahta basamakları bile tahtaydı) ilk buzdolabını getiren aile reisi oldu. Haftada 2.5 lira taksitle. Bakkaldan bile veresiye almayan babam buzdolabı için taksit ödemeyi kabullenmişti. Buzdolabı İsrail malı ve markası da AMCOR idi. Şişli'ye taşındığımızda halen çalışıyordu. Kaportası araba kaportası gibi kalındı. Eski arabalardan söz ediyorum.
Üst katta yaşıtım İzak Paltura ve ailesi. Altımızda Madam Raşel soyadı aklımda değil. Ne zaman annemin çamaşırı olsa ona gönderir “Söyle Raşel teyzene sana ALIKOBENİ versin” derdi. Halen hatırlarım. Çocuk aklı ile bunun aslında beni burada tut demek olduğunu anlayamazdım. Şimdiki çocukları bu numaralarla kandıramıyorsun. Bu espriyi İsrail'in 5. Cumhurbaşkanı İzak Navon'nın yazdığı Bostan Sefaradi oyununda başarı ile kullandı. Eh ben de 25 yıl önce o oyunda aile babası rolünü oynamıştım. Amatör bir topluluk olarak 5 kez sahnelenmiş olması da oldukça başarı sayıldı.
Dönelim Kasımpaşa'ya yani Yukarı Kasımpaşa'ya. Ablamın da arkadaşları vardı aynı mahalleden. Birinin adını ve yüzünü hatırlıyorum. Biyevi. Sonradan öğrendim ki bu kız şimdilerde koca bir kadın Kongolu bir zengin Yahudi damat ile evlenip oralara yerleşmiş.
Ablamın çoğu arkadaşları ise okul sınıf arkadaşları idi ki halen İsrail'de olan bir çoğu ile görüşürler toplanırlar. En can dostu arkadaşları Sarika bugün sanırım 70 yaşında diğeri ise Lina abla yeni ismi ile Linet daha modern tabii. Diğer sınıf arkadaşlarının hepsini tanıyorum ama telefon rehberi gibi anı yazısına çevirmek istemiyorum.
Bizim evin arkasında mahalle bakkalımız vardır. Mustafa Bakkal. Herkes veresiye bir şeyler alır deftere yazdırırdı. Babam deftere yazdırmaya karşı idi. Para varsa alınır yoksa para olmasını bekler bekletirdi. Kredi kartı filan da yoktu. Sanırım olsaydı da kullanmazdı.
Bizim mahallenin adı BEDREDTİN Mahallesi idi.
Apartman ve mahalle sakinlerinin yanılmıyorsam yüzde 60 kadarı Yahudiler idi. Belki yüzde 10 kadar Rum ve gerisi Müslüman Türk idi. Hoş o zamanlarda kimin ne olduğu neye inanıp inanmadığı kimseleri pek ilgilendirmiyordu. Ya ben çok küçüktüm ve algılayamıyordum veya gerçekten öyleydi.
Hatırladığım bir konu ise babamın benim ve ablamın tek başımıza Madam Rebeka'nın evinden uzağına gitmemize izin vermediği idi. Dolaşabileceğimiz sınırlar çok kesin ve belli idi. Mesela Aşağı mahallelere gidemezdik. Neden? Nedeni yoktu ve sorulamazdı. Yasak yasaktı.
Kasımpaşa denildiğinde aklımda kalan en bariz olay KADINLAR HAMAMI idi.
İstanbul doğum kliniğinin bulunduğu yokuşun sonu Kasımpaşa caddesine çıkardı. Kasımpaşa caddesine varmadan önce iki tane hamam vardı . Annemler biirincisine giderlerdi. Küçük hamam derlerdi oraya. Natırlar en son gittiğimizde “Hanım artık bunu getirme hemi” diye de uyarmışlardı. Anlaşlan büyümüştüm. Herhalde 5 yaşlarındaydım.
Ortadaki teraslı apartman VERTER apartmanıdır.
Kasımpaşalılığım bu kadarla bitmedi kuşkusuz ama 5 yaşında iken Refik Saydam Caddesi’nde 73 numaralı VERTER apartmanına taşındık. Bu kez 3. Kattaydık. Ve apartman dairesinde inanmayacaksınız ama hem alafranga tuvalet hem de banyo vardı. 1960 yılı için oldukça lüks sayılırdı. Karşımızda ise herhangi bir bina yoktu ve komşuların bizi görme ihtimali yoktu. Babam çok haklıydı evde büyümekte olan genç bir kız vardı. Perdelerin sıkı sıkı kapanması gerekmiyordu artık.
Hemen altımızda ise yine bir mahalle bakkalı vardı ve adı Yine Mustafa Bakkal idi. Dünya tatlısı bir insandı ve mahalledeki bütün çocukları evlatları gibi korurdu. Yanında Rahmetli David amcamın tuhafiye parfümeri dükkanı vardı ve 67 Eylül günlerinde dükkanın önüne kendini siper ederek zarar görmesini engellediği aile arasında efsane olarak anlatılırdı. Ben de bu geleneği bozmamak ve o güzel insanı anmak için yazmadan edemedim.
Ne yazık ki madam Kiça ve Mösyö Apostol'un şansları o kadar iyi değildi. 67 Eylül gecesi evlerini basanlar kızlarını jiletler ile yaraladılar ve belki başka şeyler de yaptılar ama aile arasında bu kısım hep sansürlenerek anlatıldı. Anlayamadığımız ladino sözcükler kullanılıyordu hemde şifreli. Las mallogradon yani kızları mahvettiler deniyordu. Mahvetmek ne demekse tabii iyi bir şey değildi. Umarım tecavüz etmemişlerdir.
Aslında bu Kasımpaşa burada bitemez daha çok var vakit buldukça devam ederim. Saygılarımla.
Rafael Sadi
https://odatv.com/kasimpasaninbilinmeyenyahudileri16012010.html