26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un geçtiğimiz ay çıkan “Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Güç Odaklarının Mücadelesi” adlı onuncu kitabı büyük ilgi görüyor. Başbuğ, o savaş ve olaylara, o büyüme ve küçülmeye kaynaklık yapan mücadeleyi sınıflayıp, merkezçevre mücadelesi, kısaca güç odakları bağlamında analiz ve sentez yaparak, siyaset ve ekonomi güçlerinin tarihin akışına nasıl etki yaptığını ortaya koyuyor. 450 sayfalık kitapta anlatınlar günümüze dair pek çok dersle dolu olduğu gibi yarınlara da ışık tutuyor. Başbuğ ile mercek altına aldığı 600 yıllık kesitte öne çıkanları konuştuk.
Bugünü daha iyi anlamak, yarınları öngörebilmek için…
Röportajı tamamlamadan önce seçim değerlendirmesi almayı da unutmadık.
İlgi gören yeni kitabınızın büyük bir emeğin ürünü olduğu anlaşılıyor. Ne kadar zamanda yazdınız?
Yaklaşık iki yıllık çalışmanın ürünü.
Kitap okurlara ne anlatıyor?
Birinci nokta olarak şunu ifade edeyim: “Bugünü anlamak için, önce dünü anlamak zorundasınız. Kitap 1300’den 1923’e kadar olan 600 yılda bazı olayları bir bakış ölçüsüyle okuyucuların faydasına sunuyor. Özellikle yarını ve bugünü anlamak isteyenler için bence bu açıdan bir kaynak kitap olarak değerlendirebiliriz. Kitapta da bir ara bahsettik, “tarih ilerisini görmeyenler için çok acımasızdır”. Geleceği görmenin bence birinci basamağı dünü anlamaktır. Aslında bu özellik, yani tarih bilgisi, siyasetçiler açısından vazgeçilmez bir nitelik olmalı bana göre.
Cumhuriyet ile geçmiş dönem arasındaki bağ dikkat çekiyor. Kitabın amaçlarından biri bu mudur?
Elbette Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine canı yürekten bağlı olarak ve savunarak bulunmak aynı zamanda tarihi geçmişinize olan bağı ve ilginizi de aynı şekilde muhafaza etmenize engel değil. Aslında ikisini bir arada yapabiliyorsanız, sentez yapabiliyorsanız, bence çok önemli olan bir husus. Birbiriyle çatışan değil, aslında birbirini tamamlayan hususlar. Biz bu 600 yıllık süreçte yaşanan olayları sadece analiz ve sentez yapmaya çalıştık. Bilinçli bir şekilde de geçmişte yaşanan bu 600 yılla bugün ki olaylar arasında bağ kurmaktan kaçınmadık. Bunu bir noktada okuyucunun değerlendirmesine bıraktık. Dikkatli bir okuyucu elbette ki bu bağı kurabilir. 600 yıllık tarihi çarpıtmadan, bükmeden, doğru olarak yansıtabilmeye gayret ettik.
“Güç odakları” diyerek neyi kastediyorsunuz?
Aslında güç dediğiniz zaman karşı tarafa istediği şeyi kabul ettirebilme, yaptırabilme imkan ve kabiliyetine sahip olmaktır. Güç odaklarını belki iki gruba ayırabilirsiniz. Bir; merkezdeki ana güce, otoriteye karşı olan ve onun üzerinde baskı oluşturmaya çalışan güç iradeleri. İki; merkezdeki gücün yanında olan, ona destek veren, onun bulunduğu noktada kalmasını sağlayan güç odakları da var.
Kalıcı, mutlak güç var mı?
Güç odakları zaman içinde kayboluyor. Zamanın getirdiği şartlar içerisinde, belki de sürelerini tamamladıktan sonra ya onların yerini başka güç odakları yer alıyor veya mevcut güç odakları değişime uğruyor. Hiç bir güç odağı kalıcı değil.
Öyleyse daimi iktidar da yok mudur?
İktidarı da eğer güç odağı olarak kabul ederseniz bir noktada evet.
Güç odakları mücadelesinde çok önemli inceleme ve analizleriniz var. Peki, Cumhuriyet'e kadar olan 600 yıllık kesitte sizi en çok hangi lider etkiledi?
Birincisi; Fatih Sultan Mehmet. Osmanlı sultanları arasında onu çok farklı bir yere koyuyorum. Gerçekten çok güçlü, kurumsallaştıran, önemli başarılara imza atan, örnek alınabilecek bir lider olarak karşımıza çıkıyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün de kendisine örnek aldığı liderlerden biridir. Burada saatlerce konuşabiliriz ama Fatih Sultan Mehmet’te çok özel arz eden husus, kendisine kadar olan dönemde, yönetimde ulema sınıfından vezir ve veziriazam gelmesi modelini değiştiriyor. İki şey arıyor: Bir liyakat, iki sadakat. Veziriazamı mali konulara, adalet konusuna sokmuyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde örfi Hukukun şeriattan daha ağırlıklı kullanıldığını görüyoruz.
Devrimci bir lider mi?
Kesinlikle devrimci.
Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlenmesi ve yükselişinin en önemli etkenleri nelerdir?
1300’lerden başlatırsak, tarihçilerin Kanuni’nin 1566'daki vefatına kadar sürdüğünü kabul ettiği Osmanlı’nın yükselme döneminde hakim olan ana düşünceyi iyi anlamamız lazım. O zaman Osmanlı'da iki sınıf var. Yöneticiler ve yönetilenler. Padişah şuna bakıyor; yöneten sınıfım disiplinli, uygun bir şekilde çalışıyor mu? Yönetilenler, yani çiftçim, köylüm, ticaret yapanım, halkım eziliyor mu, haksızlığa uğruyor mu, refah seviyeleri daha ileriye gidecek şekilde yaşayabiliyor mu? Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselmesinin altında yatan temel sebep adalet.
Neler oluyor da Osmanlı Devleti duraklama ve çöküş dönemine giriyor?
Kırılma noktası 1699 Karlofça Anlaşması. O yıllarda Anadolu’da adalet bozuluyor. Adaletin gerilemesiyle birlikte isyanlar başlıyor. Bunların başında gelen de Celali İsyanları.
Ne oluyor bu isyanlar çıktığı zaman?
Kır kesiminde, kasabalarda oturan köylümüz, çiftçimiz o isyanlar karşısında bulunduğu yerde devam edemiyor ve şehirlere büyük göç dalgaları oluyor. Bir ülkede büyük oranda göç olayları başladıysa o ülkenin geleceği pek sağlam değildir. Çünkü göç ülkenin sosyolojik, ekonomik, bütün yapısını alt üst ediyor. Göçle beraber tımar sistemi çöküyor. Yıllarca adil olarak süren tımar sistemi çökünce topraklar kapanın elinde kalmaya başlıyor. Göç, tımar sisteminin çökmesi, ziraati, çiftçiliği tamamen öldürdü, şehirlerde işsizlik sorunu ortaya çıktı. Osmanlı’nın çöküşünde ana nedenlerden biri de ekonomidir. Üretimin zayıflaması, tarıma dayalı ekonomi sisteminin tamamen çökmesinin yanısıra, sultanların sarayda oturması, devşirme sistemi, Avrupa’nın gelişmesi, Osmanlı’nın bilim ve eğitimde geri kalması çöküşteki ana nedenler arasında.
Bu 600 yıllık kesitte sizi en çok etkileyenlerden biri de İkinci Mahmut dönemi. Niçin?
Bugünlere kapıyı açan en önemli kişi İkinci Mahmut. Reformist bir sultan. Kimine göre Osmanlı’nın ‘Büyük Pedro’su, kimine göre ‘Gavur Padişah'. İnsanlar kul olmaktan halk olma noktasına İkinci Mahmut ile geçiyor. Çok önemsediğim bir husus da devlette ilk defa kurumsallaşmayı sağlamak için yaptıkları. Bir devleti ayakta tutan kurumlardır. Kurumları zayıflatırsanız devleti zayıflatmış olursunuz. Elbette her ülkenin anayasası, yasalarına uygun olarak son sözü söyleyecek olan siyasi iktidarlar var. Bu tamam. Fakat bunun altında anayasal kurumların sağlam, güçlü olması çok önemli.
II. Abdülhamit dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü ve devamını korumayı amaçlamış bir sultan. Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek için uyguladığı temel ideolojisi din. Dinin halkın ortak paydasını oluşturacağını bütün tutacağını ve düşünüyor. Onun döneminde dinin devlet işlerinde daha hakim olduğunu ve örfi hukukun gerilere gittiğini görüyoruz. Yeni bir din adamı sınıfı da ortaya çıkıyor. Tabii saltanatını devam ettirme durumu var. Bu da 33 yıl süren istibdat dönemine yol açıyor.
Bu nasıl oldu?
Otoriter insanları, hatta diktatörleri toplum yaratıyor. Otoriter, diktatör tiplerin ortaya çıktığı toplumu iyi analiz edip hatanın nerede olduğuna iyi bakmak lazım. Buna somut olarak 1876 Anayasası’nı gösterebiliriz. Abdülhamit’i diktatörlüğe ve istibdat dönemine götüren bu anayasanın ta kendisi. Öyle maddeleri var ki… Yedinci madde parlamentoyu dağıtma yetkisi veriyor. İkinci Abdülhamit’e niye kızıyorsunuz, o yetkiyi vermişsiniz, padişah da kendisine verilen yetkiyi kullanıyor. Anayasa eksik, yanlış yazılmış, süre koymamış. Meşhur 113. Madde’de, polisçe şüphe edilen bir kişinin yargılanmaksızın yurtdışına sürülmesine padişah emir verebiliyor. Bu çok korkunç bir yetki. Şimdi Abdülhamit’te mi kabahat, bu maddeyi bu anayasaya koyup kabul eden kişilerde mi kabahat? Otoriter insanları yaratan kendisi değil, toplum bu noktaya itiyor. Kişi de kendini vazgeçilmez görüyor.
Kitapta Atatürk'ün güç odaklarıyla mücadelesi de yer alıyor mu?
Evet, Mustafa Kemal dönemini de inceledik. Atatürk gerçekten inanılmaz bir deha. 1919’dan 1923’e kadar beş yıllık süreçte karşıt güç odaklarıyla muazzam bir mücadelesi var. Burada esas güç odakları olarak, bir tarafta saltanat ve hilafet taraftarları, öbür tarafta TBMM'nin üstünde güç olmadığını kabul eden devrimciler var. Mustafa Kemal'in bu zor dönemde bizlere bugün bile örnek olacak bazı düşüncelere sahip olduğunu görüyoruz. Bir gün TBMM'den yana olan birinci grup Mustafa Kemal'e, “Biz Meclis'te çoğunluğa sahibiz. Emir verin (saltanat ve hilafet yanlısı) ikinci grubun milletvekilliğini düşürelim” diyor. Mustafa Kemal, “Böyle bir şey olmaz. Tahammül etmek lazım. Fikirlerini beğenmediklerimizi atıp kendilerine adam seçtirmeye kalkarsak bu meclis, meclis olmaktan çıkar. Ve TBMM'nin dünya kamuoyunda itibarı sarsılır” diyor.
Mustafa Kemal'in başarısı üç odağa bağlı. 1Türk Milleti. 2Meclis. 3Ordu. Meclis onun için o kadar önemli ki… O dönemde önce meclisi mi kuralım, orduyu mu tartışması yapılırken, Mustafa Kemal şöyle diyor : “Bir devre yetiştik ki, onda her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak milli kararlara dayandıkça, milletin genel eğilimine tercüman oldukça meydana gelir. Evvela meclis, sonra ordu. Orduyu yapacak olan millet ve onun vekili olan meclistir. Çünkü ordu demek yüzbinlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir” diyor.
***
Türkiye'nin yönetim şekli nasıl olmalıdır?
Başlangıcı 1876'daki ilk anayasadan alırsak, bizim 100 yılı aşan meclise dayalı bir sistemimiz var. Parlamenter sistemin hakim olduğu bir siyasi rejim. Siyasal kültürümüze en uygun olan parlamenter sistemdir.
24 Haziran Seçimleri ile ilgili düşünce ve değerlendirmelerinizi paylaşır mısınız?
24 Haziran'da bir Cumhurbaşkanı, bir de milletvekili seçimi yapılacak. 16 Nisan Referandumu'yla kabul edilen anayasanın yürürlüğe girmeyen maddeleri yürürlüğe girecek. 25 Haziran'da Cumhurbaşkanı olacak kişi 16 Nisan Anayasası çerçevesinde devleti yönetecek. Seçimden sonra parlamenter sisteme dönmek isteyenler için, bu ancak mecliste kabul edilecek bir anayasa değişikliğiyle mümkün olacak. O halde parlamenter sisteme dönülmesini isteyenler için bu mecliste çoğunluğu elde etmekle mümkün olabilecek. Bana göre aşırı yetki verilen Cumhurbaşkanlığı seçimi elbette çok önemli. Burada göz ardı edilmemesi gereken önemli nokta, parlamenter sisteme dönülmesinin formülasyonu mecliste elde edilecek çoğunluğa bağlı. “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” ile bir de HDP var. HDP'nin baraj altında olup olmaması önemli. Baraj altında olup olmaması bunu etkiler. Hangi ittifak 24 Haziran'da milletvekilliği çoğunluğunu elde ederse ikinci tura avantajlı girer. Çünkü bizim halkımız genelde istikrarı ister. Meclisin bir grupta, Cumhurbaşkanı'nın karşıt grupta olmasını istemez. Toplumumuzun istikrar arayışının ikinci turda bir baskı unsuru olacağını değerlendiriyorum.
Adil bir seçim olmasını diliyorum. Seçimde demokrasi kazansın, adalet kazansın.
“Geçen hafta Azerbaycan’daydım. Oranın büyük bir yayın evi Teas Press bize bir teklif getirdi. Başta “Ermeni Suçlamaları Ve Gerçekler” adlı kitabımı hem Azerbaycan diline, hem Rusça’ya çevirecekler. Bunu çok önemsiyorum. Bu kitabı dikkatli okuyan, anlayan birisi, sözde Ermeni iddialarını dünyanın her yerinde herkesle tartışabilir. Ermeni iddiaları konusunda pek yeterli olmadığımızı söylediğimiz, kendimizi anlatmakta sıkıntılı olduğumuz bir süreçte, mesela Dışişleri Bakanlığı tarafından ele alınıp, İngilizce’ye çevrilip çok yere dağıtılmasını beklerdim. Ama maalesef Türkiye’de bu işler böyle yürümüyor. Kitabın özellikle Rusça’ya ve tabii Azerbaycan lisanına çevrilecek olmasından büyük mutluluk duyuyorum. ”
Osmanlı ile Cumhuriyet'in birbirini tamamlayan hususlar olduğunu belirten İlker Başbuğ, iki dönemi simgeleyen heykellerin önünde poz verdi objektifimize. Ve o heykellerin kısa öykülerini anlattı.
Başbuğ, Taksim'deki Cumhuriyet Heykeli'ne verdiği değeri şu sözlerle anlattı : “Bazı olaylar nadiren sizin kontrolünüzde oluyor. Tarihte başarı kazananların, olabilecek olayları önceden görebilmesi ve bu olayları da kendi lehine olabilecek şekilde hareket edebilenler olduğunu görüyoruz. Bu kişilere de vizyoner diyoruz. Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümsüz kılan niteliklerinden biri de vizyoner olması. Özellikle Kurtuluş Savaşı bağlamında baktığımız zaman iki olayı önemsiyorum. Bunlardan bir tanesi 1917'de Rusya'da gerçekleşen Bolşevik Devrimi. İkincisi de Yunanistan'ın 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkması. İki olayı da Mustafa Kemal'in çok iyi kullandığını ve gerekli hamleleri yaptığını görüyoruz. Atatürk Sovyet Cumhuriyeti ile çok iyi ilişkiler kuruyor. Sovyetler Birliği'nin diplomatik ve diğer katkılarını unutmamamız lazım. 1928'de yapılmış Taksim Cumhuriyet Heykeli de bunu simgeliyor.”
https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/ataturkfatihiornekaldi2421716/