Türkiye karantinada neler yaşandığını ilk kez bu haberle öğrenecek...
Halk TV'den Can Coşkun'un haberine göre; karantina yurdundaki bir öğrenci, yurt dışından Türkiye'ye geldikleri andan itibaren yaşadıklarını kaleme aldı. Yazdığı mektupta hem karantina koşullarını anlattı hem de başta hijyen ve izolasyon konusundaki şikayet ve taleplerini dile getirdi.
İşte karantina yurdundaki koşulları anlatan o satırlar:
"Karantina günlükleri
Paris’ten 13.35’te kalkan uçak İstanbul’a inerken, anonsla Gençlik ve Spor Bakanlığının yurtlarına yerleştirilerek karantinaya alınacağımız, uçaktan çıkar çıkmaz bavullarımızı alarak otobüse bineceğimiz söylendi. Tamam bekliyorduk zaten. Sürpriz değil. Sıkıntı da yok. Otobüs yoluna devam ederken malum Güzide Sofi hadisesine şahit olduk. Olaylar basına yansıdı zaten, sizler değerlendirin. O kişinin otobüsten indirilmesi için, bir yığın yolcu taşıyan otobüsler yaklaşık 45 dakika ve hiçbir anons yapılmadan bekletildi.
Herkes yurda getirilip geniş bir salona götürülüyor. Girer girmez şaşkınlıkla mekânın pisliğini konuşmaya başlıyor insanlar. Yurdun sözkonusu Bakanlığın Kanuni Sultan Süleyman erkek yurdu olduğu öğreniliyor. Bunu da söyleyen yok. İnsanlar birbirine söylüyor, öyle öğreniliyor. Görevliler listeden isimler okuyarak masalara doğru yönlendirme yapıyor.
Kimlik bilgilerimiz alınıyor, ateşlerimiz ölçülüyor bunun dışında hiçbir sağlık kontrolü yapılmıyor ve bunların hepsi insanların birbirleriyle 1 metre mesafede durmasına saygı gösterilmeden yapılıyor. İnsanlar kendileri özel olarak istemez ise, kimseye maske ya da koruyucu eldiven dağıtılmıyor. Gelen geçen kendi kişisel dertlerini anlatmaya ya da yurttan çıkmanın yollarını aramaya başlıyor. Asayiş sağlanmadığı ve genel açıklamalar yapılmadığı için, insanlar tedirgin, kulaktan dolma bilgilerle bir yerlere doğru ilerlemeye çalışıyor. Yolculuğun ve belirsizliğin getirdiği yorgunlukla sinirler iyice geriliyor. Uçağa binerken son dakika elimizden alınan pasaportlarımız da bizlere geri verilmiyor, ne zaman verileceğine ilişkin olarak da bir açıklama yapılmıyor.
Görevliler de şaşırmış halde, hepsi tepeden tırnağa bilim kurgu filmlerindeki karakterler gibi giydirilmiş ama hiçbir soruya yanıt veremiyorlar. Salonda su isteyen, başka bir şey talep eden, ‘lütfen susun, ismimizi duyamıyoruz’ diyen sesler çıkmaya başlıyor. Görevliler arasında ve karantinaya alınanlar içerisinde birbirlerine yardım etmeye çalışanlar var elbette, zaten ancak bu şekilde insan biraz olsun moralini koruyabiliyor. Telefon/hat sıkıntısı nedeniyle ailelerine sağ salim indiklerini dahi haber edemeyen insanlar var. Herkes birbirinden yardım istemek zorunda, dolayısıyla karantina koşullarına (gerçi bu koşulları tam olarak açıklayan birisi de yok) uyulamıyor. Bu tip temel şeyler devreye girdiği için, en ihtiyatlı olanlar dahi – maalesef öyle olmayan da çok yakınlık ve fiziksel temas uyarılarını unutuyor.
Anahtarı olmayan odaların temizliği asgari düzeyde dahi yapılmamış halde. Tuvaletler, lavabolar pis. Gerçekten pis. Odama yalnızca sıvı sabun ile bir tane tuvalet kağıdı konulmuş. Sabun ve havlu istemek için görevli görüp soru soruyorum. Görevli ‘bizim böyle bir hizmetimiz yok diyor, burası yurt’ diyor. Bu sırada kapıdan çıkan bir kadın ‘benim odamda bir poşet var’ diyor. O poşetten bazı odalarda bir havlu, bir çift terlik, bir adet diş macunu, bir adet sabun ve bir adet şampuan olduğu paketler olduğunu öğreniyoruz. Bu sırada başka bir görevli geliyor, ‘evet bunlar temin edilecek’ diyor. Bunun üzerine ‘bende yok nerden temin edebilirim’ dediğim görevli ‘boş odalara girin bakın insanlar gelmeden, bir tane alın’ diyor. Bu olaydan zaten görevlilerin koordine olmadıkları çat diye ayyuka çıkıyor.
Öğle yemeğini 15.00 gibi yedik uçakta. Saat 22.30 oldu acıkıyorum. Mecbur yine çıkıyorum koridora aşağıda kendi isteğimle aldığım maskeyle. Birisi şurada yemekler var diye sesleniyor. 3 gözlü bir plastik tabldot kapta hepsi tamı tamına 4 kaşıktan oluşan soğuk mercimek çorbası, soğuk bulgur ve soğuk sebze türlü, paket vişne suyu ve 1 adet Akdeniz ekmeği alıyorum. Karnım guruldayarak yatıyorum. Oysa, hastanelerdeki gibi her türlü vitaminin alınabildiği küçük ölçekli yemekler dağıtılabilir herkese. Karşımdaki kişinin odasına daha geç girdiği için yemek yemeden yattığını öğreniyorum. Ben genç sağlıklı bir insanım. İdare ederim. Çoğu insan öyle değil. Ben bile, bu şekilde besleneceksek, 1 haftaya kalmaz bağışıklık sistemimin zayıflayacağını düşünerek korkuyorum.
Su dağıtımı yapılmıyor. Katlara koli halinde su bırakıyorlar ve biz susadığımızda çıkıp alıyoruz. Dolayısıyla virüs kapmış birinin o koliyle temas etmesi sonucu virüs karantina altına alınan diğer kişilere de yayılabilir hale geliyor. Bir kadın koridorda yetkililerle konuşuyor. Su ve yemekten önce, işi için internete ihtiyacı olduğunu, Fransa’da çalıştığını ve eğer iş maillerinin gerekliliklerini yerine getirmez ise, şirketinin onu işten çıkarabileceğini söylüyor. Yetkili, yanındaki yetkiliye hanımefendiyle ilgilenin diyor. Ama o yetkili de ne yapacağını bilemiyor. Kendi internetini veriyor. Görevliler ayarlamaya çalışacağız diyor. O sırada bunu duyan başka biri, böyle vakit nasıl geçecek biz de dizi film izlemek istiyoruz, internet lazım diyor. Biri ağlayarak istiyor, diğeri vakti geçirmek için istiyor. İnsan ne yapacağını ne düşüneceğini şaşırıyor. Duyan insanlar toplanıyor, karantina kuralları yine mumla aranıyor. Yemek, su, internet bağlantısı gibi basit ihtiyaçların hiçbirinin düşünülmeden öylece buraya getirildiğimizi anlıyorum. İkinci gün, yurtta ilk defa bir anons yapılıyor ve ‘çok yakın zamanda internete sınırsız ve şifresiz erişim sağlanacaktır diye’. Bu anons yapılabilirken, ‘maskelerinizi takın, odalarınızdan çıkmayın, acil durumlarda şu numaraları arayın’ gibi anonslar yapılmıyor.
İkinci günün akşamı su problemi çözülüyor. Her odaya temizlik görevlileri bir koli su dağıtıyorlar. Böylece su üzerinden virüs bulaşmayacağından emin oluyoruz. Fakat bu bir sisteme oturtulmuş değil.
Odalarda yurt müdürüyle birlikte birkaç ismin cep numaraları var. Normalde yasak olması gerekirken, sürekli bir şeyler istemek için koridorlara çıkmak zorundasınız. Bu koşullarda gerçekten acil bir ihtiyacı olsa birinin, bir yetkiliye ulaşamama riski çok yüksek.
Az önce AFAD işareti taşıyan insanlar odayı temizlemeye geldiler. Yalnızca yerleri sildiler. ‘Lütfen şuraya bakın, tuvalete bakın’ diye seslenen insanlar var. AFAD yetkilileri ‘bize yalnızca yerleri sileceksiniz’ dendi diyor. Odaya girip çıkmaları 2 dakika bile almıyor. Bu sabah kapımıza Camsil ile Domestos çamaşır suyu ve bir adet bez konuluyor. Yandaki kişi ailesinden meyveyle birlikte, Kettle ve poşet çay istediğini hastalanmaktan korktuğunu, sıcak bir şeyler içmek istediğini söylüyor. Kettle’ın sokulmasına izin verilmemiş. Ama sıcak bir şey dağıtan da yok.
Şimdi bulunduğum yurdun şartlarına geri dönüyorum. Kapıların kilidi yok. İnsanlar odalarından çıkıyor, aralarında konuşabiliyorlar. Biri hastalansa ve öksürmeye başlasa ne olacak? Koridora çıkmayan insanların maske takmadığını, yurt yetkililerinin bize 2 gündür maske dağıtmadığını görüyorum. İki kişinin aslında aynı odada bulunmaması lazım fakat dün iki ayrı odada kalan kişinin birlikte kaldığını ve bunun denetiminin yapılmadığını biliyorum. Bugün öğle yemeğini birlikte yiyen iki kişiyi gören sağlık görevlileri tepki vermiyorlar bile. Dışarıdan malzeme getirilince kimilerininki kabul ediliyor, kimininki edilmiyor (bu ‘uygulama’ da zaten yine kulaktan dolma bilgilerle yayılıyor, insanlar haklı olarak ‘ben neden aç aç bekliyorum bende isteyeyim’ diyor, ‘neler oluyor allah aşkına’ diye insanlar odalarında değil sürekli koridorlarda gezmek zorunda kalıyor.) Tekrar söylüyorum, bu tip temel ihtiyaçlar sağlanmadığı için, birinin gerçekten acil bir yardıma ihtiyacı olması durumunda, o kişiye yardım sağlanamayacak derecede kaotik ve belirsiz bir ortam söz konusu.
Korona olsun olmasın, karantinanın genelinde bağışıklığın kuvvetli olması lazım. Dün öğlen bize saat 1’de yemek verildi, saat 22.30 ve hala yemek yok. Koridora çıktım, görevlilere bisküvi vb. sormak için. Bir polis bana “Aileniz yakındaysa size bisküvi alıp kapıya bırakabilir.” dedi. Bir öteki bana bisküvi verdi fakat sorun şu ki kişiden kişiye ve zamandan zamana gördüğüm muamele değişiyor. Bu da beni karantinanın şartlarıyla ilgili kuşku ve endişeye düşürüyor. Karantinada insancıl şartların derhal sağlanması şart.
Telefonların çoğu zaman meşgul olduğu söyleniyor, ben ilk defa arıyorum, meşgul. 10 saattir kat olarak yemek yemediğimizi mesaj atarak bildiriyorum. Saat 23.00’te yemeklerimiz geliyor. Porsiyonlar yine çok küçük ve sağlıksız, yağlı yemekler. Yurt müdürünün ağzından şu cümleleri duyuyorum, yemek organizasyonundan ‘sorumlu’ kişiye “Saat 18’den beri dağıtıyorsunuz, iki saate bitmesi gerekiyordu. Nasıl gidebilirsin?” diyor. Biz de anlıyoruz ki, yemek dağıtımını sağlayan kurum işi bitmeden yurdu terk etmiş. “İnsanlara yemek dağıtamıyorsanız bari simit verin” cümleleriyle bitiyor konuşması. Gene ‘başkalarından’ şu kata şu yemek dağıtıldı diye bilgi geliyor. İnsanlardaki gerginlik ve kuşku oranı iyice artıyor. Komplo teorilerine malzeme çıkıyor. Halbuki bu yurt devasa bir yurt değil ve bütün odalar dolu da değil. Bu tür temel ihtiyaçların dağıtımı düzgün bir organizasyon sistemiyle yapılabilir. Yurt müdürünün kan ter içinde özel bir ilaca ihtiyacı olan kişinin kapısına dayanmasına gerek yok. Bunu zaten sağlık görevlileri biz yurda girer girmez tespit etmeliler. Bu talep yurt müdürünün görevi olmamalı.
Basit şeylerden yola çıkarak anlatmaya devam edeyim. Saç kurutma makinesi tedarik etmemiz yasak, çünkü yangın çıkabilirmiş. Fakat ‘yeterli yemeğimiz yok, vitamin alamıyoruz, bir de üstüne saçlarımız ıslak kalırsa hastalansak ne olacak?’ deyince kimse bir şey demiyor, o zaman bir soralım deniyor. Ama kime soruluyor, kim sorumlu, kimse bilmiyor. Gece 11’de yemekleri dağıtan görevliye ‘beyefendi biz sabah öğle akşam vişne suyu mu içeceğiz?’ dedim. Haklısınız diyor. Yani hastanelerdeki gibi olamaz mı, ayran ya da maden suyu gibi sağlıklı içeceklerle çeşitlenemez mi diyorum. Evet iyi fikir ben bunu bizimkilere söyleyeyim ama biz zaten dağıtımı yapması gereken kişiler değiliz diyor. Bizim kat unutulmuş mu diyorum. Bir şey diyemiyor.
Bir grup insan görevlilere, biz de size yardımcı olalım, madem temizlenmiyor odalar, bari biz aramızda para toplayalım bize malzemeleri alın odalarımızı temizleyelim diyorlar. Evet bunu da iletelim deniyor. Böyle böyle ilerleniyor. Halbuki durum ciddi. İnsanlar burada daha 2. günde, ‘en azından evde bir yakınıma geçirmiyorum virüsü’ rahatlığı yaşayamıyor, ben hastalanacağım, bana bir şey olacak diye endişelenmeye başlıyor, panik havası oluşuyor, görevlilere bağırılmaya başlanıyor, görevliler vatandaşlara geri bağırıyor. Keyfi uygulamalar oluyor, bunlar insanları haklı olarak isyana itiyor. Yan odamdaki adam telefonda birine bağırarak, benim burada olmamam gerekiyor, ben Karayipler’den geldim, Londra’dan gelenleri almamışsınız karantinaya, ayrıca aç bırakıyorsunuz bizi burada, çıkarın beni diyor. Kiminle konuşuyor bilmiyorum. Daha sonra odasına bir görevli geliyor, sizin durumunuzu görüştük diyor. Gerisini dinlemiyorum kapıyı kapatıyorum.
Dün gece yemek beklerken ‘beyefendi biz her gün 10 saat aç mı bekleyeceğiz, ben polisi arayarak burada canım tehlikede lütfen beni kurtarın diyeceğim’ diye bağırıyor.
İletin, edin, söyleyin, o ona söylesin, bu buna, ama burada esas mesele bunlar değil. Esas mesele devletin sorumluluklarını yerine getirerek, görevlilerini düzgün bir şekilde bilgilendirmesi ve hazırlaması, karantina altındakilerin temel ihtiyaçlarını tedarik etmesi, kaldıkları yerlerin asgari temizlik koşullarının sağlanması, uygulamaları bir kural ve çerçeveye oturtması, insanların korkmasını engellemek için düzenli bilgilendirmeler yapılması, böylece insanların sürekli koridorlara çıkmasının engellenmesi ve sağlıklı bir şekilde önümüzdeki günlerin sükûnet içinde tamamlanması. Üç gündür buradayım ve hiçbir şeyim yokken, maskeyle de olsa sürekli koridorlara çıkıp insanlara karışmam gerektiği için her şeyden irkilmeye başladım, hastalık kapmaktan, pislikten mikrop kapmaktan, yemeklerden bitkin düşmekten korkuyorum. Otobüste, ‘en azından aileme geçirme riskim olmayacak’ diye düşünüyor, karantinayı maalesef birçok vatandaşımızın aksine çok normal ve gerekli görüyordum. Fakat buradaki ‘düzenin’ ne kadar hazırlıksız olduğunu gördükçe, sanki birisi ‘nasıl yaparsanız yapın, bu insanları orada 14 gün tutun işte’ demiş gibi hissediyorum.
Burada gencinden yaşlısına geniş bir yaş grubundan insan var ve hepsinin ayrı ayrı isteğiyle ilgilenilemiyor, bu gayet normal, fakat yurtta kalan arkadaşlarımdan birisi şöyle bir notun fotoğrafını paylaşıyor (neden herkes haber alamıyor böyle şeylerden yine tam bir muamma):
Bu notun 1. 2. 3. 4. maddelerinden devletin karantinadakilerin ihtiyaçlarını yeterince sağlayamadığını tespit ediyorum. Temel insan ihtiyaçları barınma, beslenme ve hijyendir. Eğer yetkililer bize “Çevrenizde tanıdıklarınız varsa onlar size temin etsinler” deniyorsa, bu şu demektir: “Biz size bunları belki de sağlayamayacağız, o yüzden sizin imkanlarınız dahilinde ihtiyaçlarınızı sağlayabileceksiniz.” Bu uygulama adil değildir. Bunun yanında, nottan da anlaşılacağı üzere uygulanan da zaten bir karantina değildir. Çünkü Covid19 gibi yüzeylerde uzun süreli dayanabilen bir virüs dışarıdan gelen malzeme ambalajlarının üzerinden de karantina bölgesine sızabilir.
Bu yazıyı bundan sonra olabilecek karantina durumlarının bir düzene oturtulması umuduyla yazıyorum. Bunlar bizim bu yurtta üç günde tecrübe ettiğimiz ve kamuoyuyla paylaşmak istediğimiz şeyler. Bizler, her geçen saniye hem karantina altındakileri hem burada çalışan görevlileri hem yakınlarımızı hem de dışarıdaki insanları büyük bir risk altına soktuğumuzu düşünerek büyük bir endişe taşıyoruz. "
https://halktv.com.tr/ozelhaberanaliz/karantinayurdundansikayetlertestyokmaskeyokayniodada421540h