Bu seneki Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Vefâ Ödülü, Mehmed Âkif Ersoy’a verilecek. Bu ödül, bazı çevrelerce, İstiklâl Marşı şairine yapılan vefasızlıkların telafisi olarak değerlendirildi.
Kerime Yıldız, 'Mehmed Âkif’in Oğlunu Sokağa Atıp, Anma Toplantısı Yapmışlar' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
İşte o yazı;
Bu seneki Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Vefâ Ödülü, Mehmed Âkif Ersoy’a verilecek. Bu ödül, bâzı çevrelerce, İstiklâl Marşı şâirine yapılan vefâsızlıkların telâfisi olarak değerlendirildi.
Cumhuriyetin ilânından sonra Mehmed Akif’e yapılanlar, unutulacak gibi değil. İktidarın baskıları yüzünden aziz vatanı terk etti. Kendi ifâdesiyle, “virânelerin yasçısı baykuşlara” döndü. Vatan hasretine dayanamayacak hâle gelip döndüğünde ise çok hastaydı. Devletten ilgi görmedi. Her şeye rağmen cenâze töreni, tam bir nümâyiş hâline geldi. Millet, şâirine sâhip çıktı.
Bugüne kadar hep bunları konuşup durduk. Fakat acı bir gerçekten, yakında haberimiz oldu. Daha doğrusu, benim haberim oldu. Barış Terkoğlu yazmasa belki gene olmayacaktı. Evet, Kemalistler Âkif’i silmeye çalışmış, cenâzesine bile katılmamışlardı ama İslâmcılar, oğlunu ölüme terk etmişlerdi. Vefâsızlık, sevmeyenlerin değil, sevenlerin unutması, ihmâl etmesidir. Fakat bu, vefâsızlık ötesi bir durum. Ancak nefretle açıklanabilir.
Mesele şöyle: 1965’de Râsim Cinisli MTTB başkanı olunca millî şâirimizin alkol bağımlısı oğlu Emin Ersoy’u sokaktan kurtarıp MTTB’nin bir odasını tahsis etmiş. Cinisli’nin yerine geçen İsmâil Kahraman yönetimi ise sokağa atmış. Kısa bir süre sonra bir zemherî (Ocak 1967) günü Emin Ersoy’un donmuş cesedi sokakta bulunmuş.
Râsim Cinisli, 18 Mart 196528 Kasım 1966 arasında görev yapmış. Askere gideceği için ayrılmış.
İlginç olan şu: 27 Aralık 1966’da MTTB’de ilk defa “Mehmed Âkif’i Anma Toplantısı” yapılmış. Büyük alâka gören toplantıda Ali N. Tarlan, Abdülkadir Karahan, Sâmiha Ayverdi konuşmuş. Bundan sonra bu anma toplantısı, gelenek olmuş.
Düşünsenize, 27 Aralık 1966’da Çanakkale’nin ve İstiklâl Harbi’nin şâiri anılırken oğlu, aç bîilaç sokaklarda üşüyor. Çünkü toplantının yapıldığı kocaman binâda bir oda çok görülmüş.
“Adamlar, alkolik birine bakmak zorunda değiller.” diye düşünebilirsiniz. Nitekim böyle yorumlar var. Tamam da oğulu sokağa atarken babasına vefâ göstermek neyin nesidir? Nasıl bir ikiyüzlülüktür?
Ayrıca Emin Ersoy’un, alkolik olduğu için reddedildiğine pek inanamıyorum. Aynı yıllarda Necip Fâzıl’ın da birçok kötü alışkanlığı vardı. Onun zaaflarının üstünü örten zengin Müslümanlar, Emin Ersoy’a da sâhip çıkabilirlerdi. Hem de karın tokluğuna.
Aklıma, şöyle bir şey gelmiyor değil. Acaba Emin Ersoy’un sokağa atılmasında Büyük Doğu neslinin Mehmed Âkif karşıtlığının tesiri var mıdır? Şimdiye, yâni Büyük Doğu ekolünün Mehmed Âkif sevgisine bakarak hüküm vermeyin. Necip Fâzıl’ın Mehmed Âkif’i sevmediğini, şâirliğine laf ettiğini, bilenler bilir. Onun izinden gidenlerin Âkif’i sevmemesi de gâyet normal değil mi? Hele de kraldan fazla kralcı olanların.
Yanlış anlaşılmasın, bu insanlık dışı hâdisede Necip Fâzıl’ın dahli olduğunu, asla düşünmem. Hattâ duysaydı Emin Ersoy’u sokağa atanları bir güzel haşlayacağından eminim. Fakat kraldan fazla kralcılar, “Üstâd, Âkif’in oğluna baktığımızı duymasın” titizliği göstermişlerse şaşırmam. Fanatizm, tam da böyle bir şey!
Emin olduğum bir şey daha var. Necip Fâzıl hayatta olsaydı Vefâ Ödülü’nü verenleri de bir güzel haşlardı. Zâten vermeye de cesâret edemezlerdi.
“Olabilir mi?” diyenlerin merâkını gidermek adına, Yalçın Toker’in bir hâtırasını, takdirlerinize sunuyorum.
O günlerde MTTB’de İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’la ilgili bir anı programı düzenlenmişti. Necip Fazıl Kısakürek de o gün bir konuşma yapacaktı. Üstad, genellikle bu tür toplantı ve konferanslarda yapacağı konuşmaları benim yazıhanemde hazırlardı.
Ben, Üstad'ın Mehmet Akif hakkındaki düşüncelerini çok iyi bildiğim için hemen heyecanlanmıştım.
“Mutlaka yine Mehmet Akif’in şairliğini tenkit edecek.” diye telaşlandım.
Beklediğim gibi Üstad, yapacağı konuşmayı hazırladı ve bana da okudu. Hiç şaşırmamıştım, Mehmet Akif’i yine eleştiriyordu.
Zaten Üstad, şair ve ediplerimizden kimseyi tam olarak beğenmezdi. Hepsine bir kusur kulbu takardı. Mesela Tanzimat dönemi devlet adamlarından şöyle söz ederek sözlerine başlardı: “Sahte Kahramanlar üreten fabrikadan domuz sucukları gibi kangal kangal çıkarılmış kişilerdir onlar.”
Tanzimatçı Devlet adamlarını bu bakış açısıyla teker teker sayıp döktükten sonra sözü Namık Kemal, Şinasi ve Ziya Paşa’ya getirir. Onlar hakkında da küçümseyici sözler sarf ettikten sonra Ziya Gökalp ve Tevfik Fikret gibi edebiyatçılara yönelirdi.
Mehmet Akif hakkında ise; “Ne şiirde, ne fikirde büyük biri değildir.” diyerek sözlerine başlardı. O günkü program için hazırladığı ve bana okuduğu konuşma da böyle idi. Bu konuşmayı yapması, MTTB programını altüst edebilirdi. Çare olarak hemen MTTB’li gençlere haber göndermiştim.
“Üstad konuşmaya başlayınca siz de hemen İstiklâl Marşı, Çanakkale Marşı falan söylemeye başlayın. Aman bir tatsızlık olmadan tören tamamlansın.” demiştim.
Öyle de olmuştu.
Kim bilir, İsmail Kahraman falan, benim o günkü bu önlemlerimi uygulayan gençlere belki de kızmışlardı.'
https://www.siyasetcafe.com/mehmetakifinoglunusokagaatipanmatoplantisiyapmislar44722h.htm