Güncel, çok tartışılan bir uygulamayla başlayalım istiyorum.? Resmi Gazete’de bir karar yayımlandı: Kararla faizsiz finans kuruluşları denetçileri için belirlenen etik kurallar, fıkhi hükümlere bağlanıyor. Nasıl yorumlarsınız?
Bir kısım çevrelerin ulaşmak istediği bir siyasi sistem var. Bu siyasi sistemi, Sünni İslam fıkhını refere ederek inşa etmek istiyorlar. Sünniliğin dört fıkhi ekolü var: Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanebelilik. Bunların içinden güncel anlamda Vahhabiliğin ve Selefiliğin öne çıktığını görüyoruz, çünkü Vahabilik ve Selefilik de aslında bu Sünni İslam fıkhından neşet eder. Her ne kadar Selefilik daha evvelki dönemi ifade ediyor gibi anlatılsa da o da bu külliyattan beslenir. Malum çevrelerin birtakım çalışmaları, uygulamaları bize bunu anlatıyor. Tırnak içinde ifade edeyim, şeri bir İslam devleti kurmak veya devleti o tarafa doğru dönüştürmek arzusunun olduğu anlaşılıyor.
Kararda, denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları sıralanıyor. Bu dayanaklar arasında “İnsanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi, ihlas, takva, Allah’a hesap verilecek” olması var. Şeriat hükümleri mi bunlar?
İslam tarihinde de bugün de tek bir İslam yok. Genel anlamda, egemenlerin lehine yorumlanmış ve ezilenlerin lehine yorumlanmış iki İslam var, diyebiliriz. Bugün malum çevrelerin esas aldığı İslam, egemenlerin lehine yorumlanmış olan İslam. “Biz buna Emevi Şeriatı” diyoruz. Bu da Sünni fıkıh külliyatına dayanıyor. Aynı külliyattan Vahhabilerin, Selefilerin hatta DAEŞ’in de beslendiğini biliyoruz. Son yayımlanan Resmi Gazete’deki konular da aslında biraz deştiğinizde egemen Sünni İslam fıkhındaki bazı hükümlere dayanıyor. Egemen din anlayışında transandantal bir Tanrı mevhumu hâkim. Bunlar kendilerini uzaklardaki Allah’ın yakınlardaki temsilcisi gibi addediyor. Zaman zaman İslam tarihinde görmüşüzdür; sultanlar, halifeler, yönetici kesim, kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak nitelendirir. Bu Emevilerin İslam yorumunu ve Tanrı tasavvurunu yansıtır. İslamdaki tek Tanrı tasavvuru bu değildir. Bir de evrende, varlıkta, insanda mündemiç bir Tanrı tasavvuru vardır. Biz o tasavvuru savunduğumuz için diğerini Kuran’dan onay almayan bir sapkınlık olarak nitelendiriyoruz. Bu, Kuran’a rağmen Kurancılık, İslama rağmen İslamcılıktır. Bize göre bu, İslama ihanettir.
Tek bir kitap var, nasıl birden çok İslam olabiliyor?
Neden bu kadar çok mezhep var, neden bu kadar çok cemaat var? Bu soruyu sorduğumuzda sizin sorunuzun da yanıtını buluruz. Hazreti Muhammed’in vefatından sonra güçler savaşı yaşandı ve bu savaşı yine? Ümeyyeoğulları kazandı. Kendi güçlerini tahkim edebilmek, iktidarlarını devamlı kılabilmek için toplumun inandığı kutsal kitabı kendi lehlerine yorumladılar. Fakat bu yorumlayışa karşı alternatif yorumlar da üretildi. Bir tarafta Ümeyyeoğulları yani Emevilerin kaderciliğe dayalı, transandantal Allah inancını esas alan, öbür tarafta egemenlere karşı ezilenlerin hakkını savunan bir dinsel yorumu yani özgürlükçü İslam anlayışını görüyoruz. Bugün Türkiye’de söz konusu bütün bu çabalar, çalışmalar Emevilerin gözünden bir İslam anlayışını yansıtıyor. Emevilerin arzu ettiği gibi bir din devletini hedefliyor. Mesela o gayretlerde bir İmamı Azam Ebu Halife bakışı yok. Mesela bir Ebu Zeri Gıfâri bakışı yok, Hazreti Ali’nin bakışı yahut Mutezile’nin aklı öne çıkaran bakışı yok. Tam tersine iktidar ve otorite merkezli, sultana, halifeye itaat merkezli, totaliter ve otoriter bir toplum inşa edilmek isteniyor din üzerinden. Oysa İslamın çıkışı bütün bunların tersine o günün koşullarında özgürlükçü, ilerici, devrimciydi. Fakat devrim, Ümeyyeoğulları tarafından hapsedildi. Yeniden cahiliye gelenekleri yani İslam öncesi müşrik Arapların gelenekleri İslam maskesi takılarak sürdürülmeye çalışıldı. Bu hususlardan din eğitimi veren kurumlarda hiç bahsedilmez. Çünkü o zaman başka türlü bir İslam da mümkün anlayışı topluma ulaşacak.
“Başka türlü bir İslam da mümkün” dediğiniz için başınız da sık sık derde giriyor?..
Elbette. Her an, her saniye bir kaygıyla yaşıyoruz. Davalar açılıyor. Ama müminlerin temel niteliğidir bu. Zira Kuran ve Hz. Peygamber buyuruyor: Mümin korkuyla umut arasındadır, diyor. Ben çalışmalarıma ve yazmaya Allah rızası için devam ediyorum.
Sizin gibi düşünen çok ilahiyatçı var mı?
Akılcı, özgürlükçü, demokratik bir İslam anlayışını savunan ciddi sayıda akademisyen arkadaşımız var. Fakat geçim kaygısıyla görüşlerini hürriyet içinde ifade etmekten çekiniyorlar.
Geçim kaygısı çekmiyor musunuz, yok mu öyle bir endişeniz?
Olmaz mı? Fakat bizim vicdanımız ve aklımız bu kaygıların önüne geçiyor. Gerçeği söylemekle yükümlü addediyoruz kendimizi. Zira Hakk’a hesap vereceğimizi biliyoruz.
“Kemalist ilahiyatçı” diye biliniyorsunuz, Atatürk ile tam olarak ne zaman “tanıştınız”?
İmam hatip lisesi 1. sınıf öğrencisiyken sempati duyduğumu itiraf edeyim. Çevremizin telkinleri nedeniyle evvelinde böyle değildik. Atatürk’e sempati duymamdaki birinci duygu onun ulusalcı düşünceleriydi. Zihni gelişimim devam ettikçe o halka genişledi. Oradan aklın özgürlüğü, laiklik, çağdaşlık gibi kavramlara da ulaştım. Sonrasında Atatürk’ün büyük bir devrimci, büyük bir özgürlükçü olduğunu, tıpkı İmamı Azam Ebu Halife gibi, tıpkı Hazreti Muhammed’in Medine’de gerçekleştirdiği devrim gibi büyük bir devrim yaptığını ve onu yerleştirmeye çalıştığını keşfettim. Sonrasında da kendimi Atatürkçü ve Kemalist olarak tarif etmekten hep kıvanç duydum.
Bugün Türkiye’de hukuk fakültesinden çok ilahiyat fakültesi, hukuk öğrencisinden çok ilahiyat öğrencisi olduğu iddia ediliyor. Geçmişte böyle değildi, tersine çeviren ne oldu sizce?
Siyaset... Çünkü bir proje var ve adım adım uygulanmaya çalışılıyor. Bu proje kimi İslam ülkelerindeki gibi kısa dönemde gerçekleşen büyük ihtilaller, devrimler yoluyla değil, uzun bir sürece yayılmış şekilde ilerliyor. Bu sürecin sonunda varacakları yer birilerinin zannettikleri gibi İslam ya da Kuran’ın hükümleri falan değil. Tam tersine Emevilerin çarpıttığı, tersyüz ettiği dejenere edilmiş İslam. Ben buna “Sözde İslam” diyorum. Hakiki İslamı arıyorlarsa evrensel insan hakları temelinde evrensel hukuka yapışmalı, ona tutunmalıdırlar. Çünkü Kuran bunu söylüyor. O günün koşullarında yapılabilecekler yapılmış, sonra insan aklının önü açılmış, bu yoldan yürüyün denilmiş. Kimileri o yolda yürümekten imtina edip, yedinci asırdaki noktada duruyorlar.?Kuran, “Her zamanın bir hükmü vardır” diyor. Bu dikkate alınmadı. Bu anlayışın üzerine betonu da Gazali döktü, “İçtihat kapısı kapanmıştır” dedi. Müslümanlar durdu, İslam tarihi dondu. Bugün birilerinin övgüyle bahsettiği Nizamiye Medreseleriyle birlikte akıl hapsedildi. Özgür düşünce katledildi. Ne lazımsa önceden zaten söylendi denildi, fikir hürriyetine saygı duyulmadı. Dolayısıyla da İslam Dünyası ilerleyemedi. Bugün Türkiye’yi ve bazı İslam ülkelerini Emeviler dönemine geri götürmeye çalışıyorlar. Türkiye’de ilahiyat fakültesi mezunları değil, hukuk fakültesi mezunları çoğunlukta olmalı. Evrensel hukuk, İslama uygundur. Bugün bir Müslümanın hukuk adına savunması gereken değerler insan hakları olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz’ diyor. Siz anlatınca da ‘hangi İslam’ diye sormak elzem oluyor...
Muaviye’nin İslamına göre mi hareket edeceğiz, her makama yakınlarını tayin eden Halife Osman’ın anlayışına göre mi hareket edeceğiz, Hazreti Ali’nin anlayışına göre mi, Hazreti Muhammed Mustafa’nın anlayışına göre mi hareket edeceğiz? Elbette ki Allah’ın halifesiyim diyen Muaviye’yi esas alıyorlar. Bugün birilerinin bu ülkeye hâkim kılmaya çalıştığı din anlayışı kadercilik üzerinedir. Emevi doktrini üzerinedir. Bu anlayış, insanları dünyevi realiteden koparır, tamamen uhrevi anlatılara göre hayatı dizayn etmeye çalışır. Fakat tüm bunlar olurken de küçük bir azınlık dünyanın nimetlerinden sonuna kadar faydalanır. İslam dünyasında hemen hemen bütün ülkeler bu durumda. Laikliği esas alan birkaç ülke istisna edilebilir. Biz de onlardan biriydik. Azerbaycan, Kazakistan ve Arap Baharı öncesi Tunus’u da belki buna katabiliriz.
Anaokullarında çocuklara din eğitimi verilmesi için yeni bir proje başlatıldı. O yaştaki çocuğun din eğitimi alması ne kadar doğru?
Kuran’a ve Hazreti Muhammed’in sünnetine göre yanıt vereceksek, gerçek şu: Rüşt çağından önce çocuklara herhangi bir dini eğitim verilmesi Kuran’a ve İslama aykırıdır. Çünkü Kuran ve İslam fıtratı esas alır. Bugünkü din anlayışında fıtrata karşı bir duruş var. İnsan doğasını temel aldığımızda anaokulundaki bir çocuğun Allah, melek, ahiret inancı gibi soyut kavramları anlaması mümkün değil. Dolayısıyla çocuğun fıtratına aykırıdır bu. Fıtrata aykırı uygulama İslama aykırıdır. Anaokulundaki ve ilkokuldaki çocuklara din eğitimi vermek, onları ileride ulaşmaları arzulanan tahkiki imandan çekip alır.
Nasıl etkilenirler?
İslam terminolojisinde iman ikiye ayrılır. Biri taklidi imandır, diğeri tahkiki iman. Taklidi iman; anlamadan, bilmeden, “annebaba ve toplum inanıyor” diye inanmaktır. İslam, “Böyle bir iman makbul değildir” der. İslam, tahkiki imanı ister. Tahkiki iman; araştırarak, sorgulayarak, öğrenerek, işin bilincinde olarak inanmak demektir. Anaokulundaki çocuklara din eğitimi vermeye kalkarsanız onların herhangi bir tahkike ulaşmalarını engellersiniz. Zihinlerini köreltir, özgür düşüncelerini yok edersiniz. Akıllarını kuşatırsınız. O çocuklar robotlaşmış olarak, verilmiş komutlar gereği kendilerini mümin zannederler. Oysa mukallitten başka bir şey değildirler. Anaokulunda da, ilkokulda da çocuklara din eğitimi verilemez. 12 yaşından önce hiçbir çocuğa din eğitimi verilemez. Verirseniz o çocukları robotlaştırırsınız. Bu çocuklar başka bir şey düşünmesin, sultana/lidere itaat etsinler, hiç itiraz etmeyen robot bireyler haline gelsinler diye o eğitimi veriyorsunuz. O din eğitimi değil, bir asimilasyon eğitimi aslında.
Bir baba anlatıyor: Bir gün halası oğlumu okuldan almaya gitti. Ne halasına sarılıp öpmüş, ne de elinden tutmuş. Sordum, bana halasının kadın olduğunu ve dinen ona sarılıp elini tutmasının yasak olduğunu söyledi. Bu eğitimle yetişen bir çocuktan nasıl bir yetişkin olmasını bekleriz?
Halaya sarılmamak, elini öpmemek gibi şeyleri Emevi şeriatçıları bile kabul etmez. Demek ki orada çok daha ileri boyutta sakat bir anlayış hâkim.
Baba oğluna “tuvalete girsene” diyor, çocuk tuvalet duasını unuttuğu için giremeyeceğini söylüyor. Tuvalet duası diye bir şey mi var?
Emevi dininin temsilcilerine göre her şeyin duası var. Tırnak kesmenin, saç taramanın duası var, kendileri uyduruyorlar. Arapça bir şeyler söylüyorlar. Uydurma hadisler, çocuğa ezberlettirilmeye çalışılıyor. Anlamını bilmedikleri bir dolu Arapça sözcük çocukların zihnine dolduruluyor. Zihinleri işgal ediliyor, kirletiliyor. O zihinden daha sonra özgür bir şekilde, özgün düşüncelerin çıkması imkânı kalmıyor maalesef. Bu bir asimilasyon eğitimidir. Çocukların kimliği yok ediliyor. Bu anlayışın kurduğu anaokullarında, Kuran kurslarında, ilkokullarda, cemaatlerin yurtlarında verilen sözde din eğitimine baktığımızda şunu görüyoruz. Dua denilerek bir yığın anlamını bilmediği Arapça söz yığını ezberletiliyor. Arapçanın sevap olduğu öğretiliyor. Türkçe selamlaşmak yok, Arapça selamlaşacaksın. Adınız Arapça olacak. Hapşırdığında bile Arapça dua edeceksin. Lise din dersi kitabında bile bu var biliyor musunuz?
Şu an okutulan din dersi kitabında mı?
Evet. Hapşıran kişi ‘elhamdülillah’ diyecek. Onun hapşırdığını gören ve duyanlar hep bir ağızdan ‘yerhamükellah’ diyecek. Sonra hepsi birlikte ‘yehdina ve yehdikumullah’ diyecek. Böyle böyle günlük yaşamımız Arapça deyimler, ifadelerle doldurulmuş hale geliyor. Bir süre sonra dönüp diyorlar ki, “Görüyor musunuz bakın hayatımızda ne kadar çok Arapça tabir var, öyleyse bir adım daha atalım ve mübarek Arapçayı tamamen öğrenelim, Türkçe konuşmanın ne faydası var. Öbür dünyada, cennette bile Arapça konuşacağız.Türkçenin içinden Arapçayı çıkar, hiçbir şey kalmıyor”. Sen yaptın bunu. Hepsinin Türkçe karşılığı vardı. İslam diniyle yok edilmiş milletler var. Mısır Arap değildir, Kıpti’dir, Araplaştırıldı, Libya, Tunus, Cezayir, Fas Berberidir ama Araplaştırıldı.
Türkiye için de böyle bir risk görüyor musunuz?
Çok yüksek düzeyde görüyorum. Bugün İslamcı cemaatlerin kapalı toplantılarında Araplığa büyük bir övgü var. Ailelere, çocuklarına Arapça isimler konulması telkin ediliyor. Türkiye’deki egemen sözde dini eğitim de çocuklara, gençlere, İslam’ı, Kuran’ı öğretmekten ziyade, Araplaştırma hedefini güdüyor. Çünkü İslam üzerinden, din üzerinden bir Arabizasyon politikası yürütülüyor. Bugün imam hatip öğrenciler, Kuran kursları ve ilahiyat fakültesi öğrencileri arasında bir sosyolojik araştırma yapılsa ve “Kendinizi milli kimlik anlamında nasıl hissediyorsunuz” diye sorulsa, “Türküm” diyenlerin son derece az çıkacağını göreceksiniz. Arap olduğunu da söylemez, “Müslümanım” der. Ama Müslümanlıktan anladığı Araplıktır. Bugün, Türklerin Araplaşması tehlikesi tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yüksek.?Ama bunun böyle gitmeyeceğini biliyorum.
Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
Türk milleti tarihte buna çok direndi. Divanü Lügat’itTürk ile Dede Korkut ile, Karamanoğlu Mehmet Bey ile, Yunus Emre ile direndi,?Mustafa Kemal ile direndi.
Bu arada bir üniversitede İstiklal Marşı’nın Arapça okunduğunu da hatırlatayım...
Üst üste koyalım. İstiklal Marşı’nı Arapça okuyorlar. Dünya Arapça Gününü kutluyorlar. Arapçanın kutsal bir dil olduğunu, Kuran’ın dili olduğunu söyleyerek Arapçılık propagandası yapıyorlar. Bütün bunların üzerine Katar ile geliştirilen ilişkiler var. Bir iş adamı kalkıp, “Katar ve Türkiye iki devlet tek millet” diyor. Nasıl tek millet oluyoruz Katar ile O Arap biz Türküz. Bunun üzerine Suriye’den gelen 45 milyon Arap’ın vatandaş yapılmaya çalışılması, yetmedi Libya’dan gelenlere vizenin kaldırılması, göçün teşvik edilmesiyle yoğun bir Arap nüfus aktarılmak isteniyor. Türkmen, Yörük kimliği azınlığa düşürülmek, Türkiye toplumu dönüştürülmek isteniyor. Bazılarına bu çok ütopik gelebilir ama böyle ajandası olanlar var.
Türkiye’de kaç kuran kursu var?
Sayısını gün itibarıyla bile net söylemek mümkün değil. Her gün artıyor. Ben ‘Kur’an ile Aldatmak’ kitabını yazarken sayı yaz tatilinde açılanlarla birlikte 20 bine dayanmıştı. Bu kurslara katılanların sayısı da 34 milyon civarındaydı. Bunlar kayıtlı olanlar, bir de olmayanlar var. O kurumlarda, Kuranı bir kılavuz kitap gibi değil, tılsımlı sözler yığını gibi, sanki büyü kitabı gibi telakki ediyorlar.
Yatılı kursların ücretsiz olması da çok etkili mi?
Çok etkili. Ailelerin önemli bir kısmı geçim sıkıntısıyla karşı karşıya. Çocuklarına yapacakları bazı masraflardan kurtuluyorlar böylece. Bir taraftan aileler yoksullaştırılıyor, bir taraftan da çocukları ellerinden alınıyor. FETÖ yıllarca bunu yaptı. On yıllarca ailelerini görmeyen çocuklar vardı. ‘Hizmet’ dediler, dünyanın çeşitli yerlerine öğretmen olarak gönderildiler, karın tokluğuna çalıştırıldılar. Bugün de benzer cemaat ve tarikatlar, benzer yöntemleri kullanıyorlar. Ailelerin yoksullukları istismar ediliyor.
Cemaat ve tarikatlar da yararlanıyor.
Kendilerine mürit yetiştiriyorlar. Kendi mensuplarının sayısını artırıyorlar. Onları birtakım işlerde kullanıyorlar. Maalesef aynı filmi bize tekrar tekrar seyrettiriyorlar.
“Atatürk ‘Türk milleti birçok asırlar, bir kelimesinin bile manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü’ demişti. Bugün için de geçerli. Anlamını bilmedikleri halde Kuran’ı ezberletiyorlar. Kuran’ı ezberlemenin gereği kalmamıştır. Kuran artık elimizdedir, cep telefonumuzdadır. Bir zamanlar hafız olmanın bir değeri vardı, şimdi her ayete ulaşabiliyoruz. Şimdi gereği yok hafız olmanın. Çocukların ikiüç yılını Kuran’ı ezberleteceğiz diye çalıyorlar.”
Diyanet İşleri Başkanlığı, son 11 ayda 9.6 milyar lira harcadı, altı bakanlığı geride bıraktı. Demokrat Parti’yle birlikte Diyanet’e egemen olan zihniyetin yavaş yavaş değiştiğini söylüyorsunuz. Ne değişti?
Diyanet, büyük Atatürk tarafından Cumhuriyet devriminin hizmetinde bir kurum olarak kuruldu. Fakat bir süre sonra Cumhuriyet devrimleriyle mücadele eden bir kuruma dönüştürülmeye çalışıldı. Ki bu kurumun içerisinden çıktı Fethullah Gülenler, Cemalettin Kaplanlar, Timurtaş Uçarlar… Bugün bazı cemaat ve tarikat liderleri Diyanet’ten maaş alır.
Nasıl yani?
Kamuoyu bilmez. Bazıları Diyanet’in memurudur. Fethullah Gülen vaizdi, maaş alıyordu. Bugün de bazı cemaat ve tarikat liderleri Diyanet’ten maaş alan devlet memurudur. Diyanet kuruluş amaçlarından saptı. Bu parayı nereye harcıyorlar, sayıştay raporları ne diyor, incelemek lazım. Bir bakıyoruz Türkiye, yurtdışında 103 cami yapmış. Cibuti’de bile cami yaptılar. Açılışına uçak tutup gittiler, 700 bin küsur para verdiler. Ben, Gaziosmanpaşa’da oturuyorum, komşum Roman vatandaş, evinin damı akıyor, üzerinden yağmur yağıyor, devlet onun evini yapmıyor ama Cibuti’de cami açıyor. Her önlerinden geçişimde içim sızlıyor. Diyecekler ki, “İçin sızlıyorsa sen yardım et”… Ben de aynı durumdayım, ben de yoksul bir kimseyim.
İslam dünyasındaki gösteriş de büyük tepki çekiyor, tarihte var mıydı?
Açık konuşalım, Halife Osman’dan beri var. Köksüz değil. İlk sarayı yapan Muaviye’dir. Kuru bir hasırın üzerinde uyuyan Muhammed Mustafa’dan saraylar yapan Muaviye’ye savrulmuştur İslam ümmeti. Bugünkü şatafatın kökü de Halife Osman’a, Muaviye’ye dayanır. Diyorlar ki, “Siz Müslümanların zengin olmasını istemiyor musunuz? Zenginliği yakıştıramıyor musunuz, hep laikler, sekülerler mi zengin olsun?”
Sorunun yanıtı ne peki?
O kadar acınası bir itiraz ki, ‘eyvah’ diyorum. Zaten İslamın çıkış noktası buydu, zenginlere karşı yoksulların hakkını savunmaktı. İslam zaten sınıfsal bir hareket olarak doğdu, yoksulluğu ortadan kaldırmak için Hazreti Muhammed tarafından tebliğ edildi. Yoksullara yardım etmek için değil… Siz şimdi diyorsunuz ki Müslümanların bir kısmı zengin olsun, bir kısmı fakir…O zengin Müslümanlar fakir olanlarına zekât, sadaka versin, böylece ibadetini yapabilecek imkâna sahip olsun. Bir de, “Allah bir kısım insanı yoksulluğuyla imtihan eder, bir kısmını da varsıllığıyla. Yoksulluk da varsıllık da Allah’ın takdiridir, bu bir kaderdir. Herkes kaderine boyun eğmeli, isyan edersen ahiretini kaybedersin. İtaat edin, sabredin. Ödül olarak öbür dünyada size sonsuz cennet nimetleri verilsin” diyorlar. İşte bu, Kuran ile aldatmaktır. Aldatıyor ki kendi zenginliğine halel gelmesin. Yoksullar uyanıp da “Hadi şunu bir paylaşalım” demesin.
Laiklik niçin olmazsa olmazımız?
Laiklik, aklın özgürlüğü için önemli. Gerçek manada Kurani ve Muhammedi İslamı bireysel yaşamımızda özgürce yaşayabilmemiz için önemli, vicdanlara ve aklımıza pranga vurulmasın diye önemli. “Uzaklardaki Tanrı’nın yakınlardaki temsilcisiyim” deyip üzerimizde ilahlık taslayanlara engel olduğu için önemli. Laiklik, kendisini Allah yerine koyan bütün tarikat ve cemaat liderlerine, ulema sultasına ve sultanların tahakkümüne karşı olmak demektir. “La ilahe illallah” kadar laikliği güzel anlatan başka bir slogan yoktur.
Türkçesi?
Allah’tan başka hiçbir otorite tanımam. O Allah ki benim vicdanımdır.
İmam hatipte okudu, Marmara İlahiyat’ı bitirdi. Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü, Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. 1999’da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni oldu. 15 Ocak’ta açığa alındı. ADD Fatih Şubesi’nin kurucuları arasında. Halen Eğitimİş Sendikası’nda yöneticilik yapıyor. Son iki kitabı İslam Bu ve Kur’an ile Aldatmak adını taşıyan Cemil Kılıç’ın son tartışmalara yorumu şu: “Türklerin Araplaşması tehlikesi tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yüksek!”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/soylesi/1710325/seribirislamdevletikurmaarzusuvar.html