Nil SOYSAL
Üç dönem sürdürdüğü İstanbul Barosu Başkanlığı görevini bırakmasının ardından aktif siyasete girip girmeyeceği merak konusu olan Prof. Dr. Ümit Kocasakal, bu konuda henüz net bir açıklama yapmıyor. Ama bugünün sorusu bu değil. Kocasakal'ın gündeminde Türkiye'yi bekleyen tehlike ve bu tehlikeyi bertaraf edecek formül var…
– Bu yıl 10 Kasım itibariyle siyasette “Atatürkçü” söylemlerin arttığını gördük. Türkiye kurucu ayarlarına geri mi dönüyor?
Keşke… Ama bunu söylemek için erken. Fazlaca iyimser ve romantik bir yaklaşım. Ancak şurası açık: Atatürk bir kere daha kazanmıştır. Her türlü iftiraya, saldırıya, çarpıtmaya rağmen bu ülkede ve vicdanlarda Atatürk'ün, ona duyulan sevgi ve saygının, onun düşüncesinin yok edilemeyeceği anlaşılmıştır. Toplumun tüm kesimlerinde yükselen bu duygu ve düşünce, anlaşılan iktidarı da “siyaseten” bu davranış biçimine yöneltmiştir.
“FITRATLARI ZATEN BELLİ”
– Bunu iktidarın “Atatürk açılımı” olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Umarım öyle değildir. Keşke iktidar gerçekten Atatürk'ü anlasa. Ama bu da yeni bir “açılım” gibi görünüyor. Belki de 2019'a bir yatırım… Bir yandan Atatürk müfredattan çıkarılırken, onun yaptığı her şey tek tek yıkılırken, daha dün Atatürk için söylenenler ortadayken, bu ani “Atatürk sevgisi” çok da inandırıcı gelmiyor! Elbette kimse Atatürkçü olmak zorunda değil. Ancak kimsenin de kendi kafasına ve meşrebine göre bir Atatürk ve Atatürkçülük yaratmak, Atatürk'ü başka amaçları için kullanmak ve öyle olmadığı halde Atatürkçü görünmek gibi bir hakkı da yok. Acaba bu gömlek de eskidi, yenisi mi gerekiyor? Çünkü her türlü değeri istismar etmekten çekinmeyen, sürekli gömlek değiştiren bukalemun gibi bir iktidarla karşı karşıyayız. Ama Atatürk ve Atatürkçülük konusunda samimiyeti sorgulanması gereken sadece AKP ve onun yetkilileri değil tabii. Hatta onlar birinci sırada da değil, çünkü bu konuda ruh kökleri, fıtratları zaten belli!
– Kimdir birinci sırada olan, ya da olanlar?
Öyle olmadıkları halde Atatürkçü gibi görünenler, adını anmaktan, resmini asmaktan öte ilkelerine sahip çıkmayanlar! Türkiye'nin bugünlere gelmesinin özeti ve özü; Atatürk düşüncesinden, onun ilkelerinden ve cumhuriyetin kurucu değerlerinden uzaklaşılmış olmasıdır. Başımıza gelen bütün belaların sebebi budur. O yüzden Türkiye'nin şu anda tek bir çıkış ve kurtuluş yolu var: Olduğu gibi Atatürk'e geri dönmek. Atatürk ve düşüncesi bir bütündür, parçalanamaz. Yani biz eğer Atatürk diyorsak, onu dış politikasıyla, ekonomi politikasıyla, eğitimden sanata bütün söyledikleri ve yaptıklarıyla benimsemek ve uygulamak zorundayız. Atatürk sehpada vazo, duvarda bir resim değil, Türkiye'yi bir kez daha bu karanlıktan çıkaracak bir rehber, bir yön duygusu ve pusuladır. Atatürk düşüncesi Türkiye Cumhuriyeti'nin bağışıklık sistemidir, savunma kalkanıdır. Emperyalizmle iş tutanlar, emperyalizme tek bir laf etmeyenler, ümmetçilik, etnikçilik, mezhepçilik yapanlar Atatürkçü olamaz.
– Peki Atatürk'e saldırıların altında yatan nedir?
Atatürk ve düşünceleri tasfiye edilmeden Türkiye'ye operasyon yapılamıyor olması. Çünkü Atatürk'ün düşünceleri bu tür operasyonlara karşı bir savunma kalkanı. Üç tane çok önemli isim var: Hakkında yakalama kararı çıkan CIA eski istasyon şefi Graham Fuller, Henri Barkey ve Paul Henze. Bunlar 1989'da soğuk savaşın bitmesi ile beraber Türkiye'ye yeni bir planlama yaptılar. Bu Graham Fuller kitap yazdı. Adı: Yeni Türkiye! Bu planlamada üç temel nokta var: Atatürk'ün ve Kemalizm'in tasfiyesi, “Yeni Osmanlıcılık” ve “Ilımlı İslam”! Her üçü de CIA projesi. Bu projeyi de taşerona verdiler uygulasın diye. Dolayısıyla Türkiye acilen kurucu düşünceye ve ayarlara geri dönmeli, söylem Atatürkçülüğünden eylem Atatürkçülüğüne geçmeli. Tepeden tırnağa, ekonomiden dış politikaya, her şeyiyle Atatürk'ü uygulayacak bir zihniyet iktidara gelmeli.
“CIA'NIN KUCAĞINDAKİ YAPI”
– Graham Fuller için çıkartılan yakalama kararı üzerinden bakınca, FETÖ ile mücadele konusunda yol alındı mı sizce?
Pensilvanya'daki bu sümüklünün Amerika'da yeşil kart alırken referans gösterdiği kişidir Graham Fuller. Baş planlayıcıdır. Kendilerinin “Hizmet Hareketi” dedikleri bu örgüt, CIA'in kucağındaki bir yapıdır. 15 Temmuz kalkışmasının arkasında da bu zat var. Türkiye'yi dönüştürmek bakımından temel sivil ayağı Gülen Hareketi, temel siyasi ayağı da AKP. Aynı menzile giden iki yapı… Ama başka sivil ve siyasi ayaklar da var! Çünkü Türkiye tepeden tırnağa dizayn edildi, her yere “devşirmeler” yerleştirildi. Bunlar zaman zaman karşımıza Atatürkçü maskelerle de çıkmakta. Fullergillerin “Hizmet Hareketi” dedikleri sadece Pensilvanya'daki sümüklü ile sınırlı değil. Bugün Atatürk'e saldıran sürüngenler, emperyalizme toz kondurmayan sahte liberaller, hormonlu solcular, yurttaşlık bilincini yok etmek için etnikçilik, mezhepçilik, ümmetçilik yapanlar aslında küresel efendilerine hizmet etmekle bu “Hizmet Hareketi”nin içindedir. FETÖ ile gerçek mücadele ise, emperyalizmle topyekun bir mücadele gerektirdiği gibi, Cumhuriyete karşı oluşan tüm fesat yuvalarının üstüne gitmekle, laikakılcı eğitime dönmekle, hukuk devletini yeniden tesis etmekle olur. Bu nedenle daha yolun başındayız.
– NATO skandalını nasıl yorumladınız? Türkiye NATO'dan ayrılır mı?
Türkiye NATO'ya hiç girmemeliydi, “oltadaki balık” olmamalıydı. Türkiye'nin bugünlere gelmesinde sadece AKP iktidarının dahli yok. 1950'den bu yana görev yapan bütün Cumhuriyet hükümetlerinin az veya çok sorumluluğu var. Bakın,1952'de Türkiye NATO'ya girmedi aslında. NATO Türkiye'ye girdi ! NATO; küresel emperyalizmin ülkeleri kontrol altında tutmak için oluşturduğu bir yapıdır. Türkiye'nin bağımsızlığı ve güvenliğine bizatihi kendisi bir tehdittir. Ulu Önder Atatürk bize tam bağımsız, kendi kendine yeten Büyük Türkiye hedefini koymuşken, biz bağımlı küçük Amerika olmayı tercih ettik. NATO'ya girerken Türkiye'yi ve bağımsızlığını Mehmetçiğin kanına, Amerikan süt tozu ve Amerikan bezine sattılar! NATO'da kalacak bir Türkiye'nin bağımsızlığını geri alabileceğine ben hiçbir şekilde inanmıyorum. Bu nedenle Türkiye başta NATO olmak üzere tüm ittifaklarını bağımsızlığı ve milli çıkarları doğrultusunda gözden geçirmeli ve gereğini yapmalıdır. Ama bu; “haydi hemen çıkalım!” denecek kadar basit bir mesele de değildir. Ciddi bir hazırlık gerektirir. Bu ancak devlet aklıyla, bir toplumsal mutabakat ve planlamayla, başta ekonomi olmak üzere bunun siyasi ve psikolojik altyapısının hazırlanmasıyla mümkün olur. Bu mutlaka yapılmalı, Türkiye Atatürk'ün işaret ettiği gibi siyasi, mali, iktisadi, askeri, kültürel bağımsızlığını yeniden tesis etmelidir.
– SÖZCÜ'ye operasyon kapsamında hazırlanan “sözde iddianame” üzerinden bu davanın seyri ne olacak?
Ben iddianameyi satır satır okudum. 73 sayfalık bu iddianame bende kötü anıları canlandırdı. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin kötü bir kopyası. Bakıyorsunuz suçlamaya dayanak oluşturacak somut delil nerede diye. Delil yok, sadece iddia, suçlama ve kanaat var! İddianame dediğiniz şey sadece iddia değildir; bir dedikoduname veya bir iftiraname hiç değildir. İddiaları somut delillerle destekleyen bir hukuki belgedir. İddianame bomboş. Bir iftiranameden ibaret. Bu tür davalar FETÖ ile ilgili davaları sulandırmaktan, bu davaların hukuki olmadığı algısını güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. SÖZCÜ davası bir önceki celsede, sözde “tanık” beyanları ve savunmalarla birlikte benim açımdan fiilen ve hukuken çökmüştür. Zaten kamusal vicdan da bu davayı reddetmektedir. Yargının da gereğini yapacağına inanıyorum.
– Bir hukukçu gözüyle yanıtlamanızı istiyorum; Reza Zarrab'ın itirafçı olduğu davada hedef Erdoğan deniyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı bu davada sanık olabilir mi?
Bu dava; “milli davadır” veya “değildir” ikilemine sıkıştırılamayacağı gibi, olaya iktidar karşıtlığı veya yandaşlığı ile de iki uçta savrularak bakılamaz. Her meselede olduğu gibi burada da esas olan ülkemizin menfaati ve onurudur. Çünkü hükümetler geçici, devlet kalıcıdır. Olaya bu ilkeler temelinde bakıldığında; temel suçlama ABD'nin İran'a ambargosunu delmek olduğuna göre bu bizi zerre kadar ilgilendirmez. Çünkü Amerika'nın çıkarlarını korumak bizim işimiz değildir. Buna karşılık Türkiye'de işlendiği iddia edilen rüşvet, nüfuz ticareti, kara para aklama gibi suçlar da ABD'yi veya başka ülkeleri ilgilendirmez, bizim iç meselemizdir. TCK 8. maddeye göre Türkiye'de işlenen suçlara Türk kanunları uygulanır. Yargılama yetkisi Türkiye'nindir. ABD bu suçları yargılayamaz. ABD'de görülen bu dava, Türkiye'ye karşı başta Kıbrıs ve Büyük Ortadoğu Projesi'nde istenileni yapması için bir şantaj ve “beyzbol sopası” olarak kullanılıyor olabilir. Buna karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yanında yer almak şarttır. Ama bu da; yaşanan tüm bu rezilliklerin müsebbibi olan siyasi iktidarın yanında yer almak, içte bunun siyasi ve hukuki hesabını sormamak anlamına gelmez. Zamanında yargı gereğini yapmış olsaydı, pislik halının altına süpürülmeseydi, FETÖ'ye bağlı olmayan yargının, Meclis'in bu suçları gerektiği şekilde soruşturması engellenmesiydi bunlar yaşanmazdı ve ABD'ye bu gibi kozlar da verilmezdi. Türkiye devlet olarak iktidarın yanlışları sonucunda hak etmediği bir bedel ödemekle karşı karşıyadır. Bunların üzeri sözde bir “millilik” kılıfı ile örtülemez. Bunun siyasi ve hukuki hesabı sorulmalıdır. Ama Türkiye'de ve Türk milleti sormalıdır.
http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/turkiyenintekcikisyoluataturkegeridonmektir2119827/