Home
16 Eylül 2019 ( 59 izlenme )
Reklamlar

Artık AKP’yi ayakta sadece o yapı tutuyor


Barış imzacıları yargıya taşınırken unutulan ifade özgürlüğü ilkesi, her nasılsa, Öcalan’ın terör suçundan aranan kardeşinin resmi TV kanalına röportajında hatırlandı. Planlansa olamayacak kadar ilginç rastlantıyla, kimi barış imzacıları için AYM’den başkanın oyu ile çıkan “ifade özgürlüğü kapsamına girer” hükmü de, hukuk sistemimizde oluşma aşamasındaki hukuksal lekeye son anda müdahale ediverdi. Ne var ki, hırsını alamayan kimi çevreler, işin aslını anlamadan dinlemeden peş peşe sipariş bildiriler yağdırdılar. Böylesi olaylar karşısında hep şu düşünceye kapılırım. Acaba yıllar sonrasında bir sosyal antropolog bugüne baktığında, yaşadığımız olayları nasıl yorumlar, hükmü ne olur? Geleceğin araştırmacıları bugünü incelediğinde, ülkenin terörle mücadelesinde güvenlik güçlerinin yöre halkına, ülkeye aidiyet bağını zayıflatabilecek derecede oransız şiddetten kaçınmasını salık veren yüzlerce akademisyenin terörle işbirliği içinde bulunmakla suçlanmış olmasını ve birçoğunun kurumla ilişkisinin kesilmesini anlamayacaklardır.  

Aynı durum kesinlikle medya mensupları ve sosyal medya üzerinden suçlanmaları nedeniyle kimi yazarçizer açısından da geçerlidir. Böylesi karanlık çölün ortasında bazen AYM, bazen de Yargıtay yüreklere inşirah salan kararlara imza atmaktadır. Umalım hukuka saygı anlayış ve etiği birinci derece hukuk kurumlarında da tezahür eder de, anlamsız yere üst mahkemeler işgal edilmemiş olur.

ÖZELLEŞTİRMELER KARŞISINDA BİR ZAMANLAR DANIŞTAY…

Tüm sistemlerde hukuk olgusu ve yargı sistemi bir üstyapı kurumu olup, bu nitelikleri ile sistemin ideolojini hüküm ve uygulamaları ile korumakla yükümlüdür. Türkiye’deki hukuk sistemi ve uygulamasının diğer kapitalist ülkelerdekilerle karşılaştırılmasında görülen büyük fark, sistemden değil, maalesef, siyasetten kaynaklanmaktadır. İleri kapitalist ülkelerde hukuk sistemi kapitalizmi korurken, Türkiye gibi gelişmekte olan çevresel konumlu ekonomilerde hukuk sistemi siyaseti korumakla yükümlü kılınmaktadır. Diğer bir deyişle, aynı ekonomik sistemlerde görülen farklı hukuksal yapı ve işleyiş ülkeler arasındaki ekonomik düzey farkı ve emperyalizm ilişkisi bağlamında ortaya çıkar. Bunun çok tipik örneğini özelleştirmeler karşısında bir zamanlar Danıştay’da açılmış olan iptal davalarına artık yer vermeyen zamanla değiş(tiril)en yapılanma farkıdır. Emperyalizm kıskacındaki gelişmekte olan ekonomilerde iç ekonomik sıkışıklıklar yanında, emperyalist güçlerin ülke içindeki manevralarının denetim dışı tutma endişesiyle sermayeye karşı güçsüzleşen siyasi yapı ancak araçsallaştırılan yargı ile ayakta kalmaya çalışılır. Şu hale göre bir üstyapı kurumu olarak hukuk sistemi ve uygulamasının sistemi koruması ile siyaseti koruması arasındaki fark siyasetin başarısı ile değil, tam tersi, başarısız siyasetin de facto yönetime başat olma çabası ile açıklanır. Hal böyle olunca, siyasi kadronun yönetim anlayışı hukuk sisteminin kadrolaştırılmasından kararların oluşumuna dek tüm alanlarda olumsuz etkisini yaşama geçirir. Türkiye’de HSYK vb örgütlerde Adalet Bakanlığının etkisi kadar, bizzat atamalarda siyasilerin başat etkisi hukuk sisteminin insanî dokusu üzerinde olumsuz etki icra ederken, böylesi yapılanmaların adaletin sağlanmasında siyasi erki başat kılma tartışması abestir. Hukuk sisteminin etki ve baskı altına alındığı, araçsallaşan hukuk sisteminin hak ve hukukun değil, siyasi erkin savunucusu konumunda işlediği bir ülkede, siyasiler de dâhil, hiç kimsenin hiçbir garantisi söz konusu olamaz.

İşin ilginç yanı, hukuksal işleyişi siyasi ve adi alanlar olarak kabaca ikiye ayırdığımızda, hukukun araçsallaşması siyasi alanda geçerli olup, adi alan olağan şekilde işliyor olabilir. Halk çoğunluğu ise daha çok adi alanla ilgili olduğundan, hukukun siyasallaşmasının siyasi erkin itibarının sarsılmasında fazla etkisi olmayabilir. Siyasi alandaki hukuksuzluklardan medya yoluyla haberdar olabilen aydın vatandaşların siyasi kanaatlerinin şekillenmesi söz konusu olabilmekle beraber, bir yandan medyanın baskı altına alınması, diğer yandan da bizzat halkın duyarlılık derecesi hukuku baskı altına almayı hedefleyen siyasi erkin ekmeğine yağ sürer.

YEREL YÖNETİM SEÇİMLERİNİ DAHİ HAZMEDEMEYEN BİR SİYASİ YÖNETİMDE…

İfade özgürlüğü, hiç kuşkusuz, evlatlarının peşine düşen acılı anaların da hakkıdır. Ne var ki, bu hakkın istimalinde farklı nedenlerle evladının peşine düşen analar arasında ayırımı yapmada hiçbir gerekçe haklı ve meşru görülemez. Her iki gurubun evlatları da yıllar öncesinde aileden farklı sebeplerle kopmuş veya koparılmıştır. Bir gurup ananın ıstırabının ilk günden ateşlenmeye başlamış olması, diğer gurubunkinin ise, nasıl olmuşsa(!), yıllar sonra ve aniden ateşlenmiş olması aralarında fark gözetilmesinde etken olamaz. İki gurup analar da aynı ıstıraptan mustarip olduğuna göre aynı muameleye tabi olmalıdır. Devletin görevi, anaların evlatları hangi olayda, kimler tarafından ve nasıl etkilenmişse, önce sorumluları tarih huzuruna çıkarmak, saniyen böylesi olayların tekrarının önlenmesini sağlamaktır.

Teröre karşı mücadele, mikrobun çekiçle öldürülmesinin olanaklı olmadığı bilinciyle yürütülecek kapsamlı akılcı politika ve önlemlerle olanaklıdır. Terör “kelle” hesabı ile hedefe koyulamaz; terör, sebebine bağlı olarak, bir tür sosyal organizmadır ve her organizma gibi canlıdır, sebep ortadan kaldırılmadıkça, zamanla üremeye eğilimlidir. Bu mantığın geçerliliği bağlamında, Türkiye üzerinde terör estirerek siyasi ya da sair emellerine ulaşmak isteyen dış güçlerin en temel etkili olma aracının çatışma stratejisi olduğu görülmelidir. Üstelik Ortadoğu gibi bir cehennemde meselelere olabildiğince akılcı ve suhuletle yaklaşım yaparak, emniyet önlemleri kadar siyasi ve yönetsel önlemlerin de elden bırakılmaması ülkenin ve halkımızın lehinedir.

Terörün ve siyasi çalkantının ekonomi ile bağlantısı açıktır. Çok yönlü açıklar ve dış bağımlılıklar altında sürdürülen politikalar bağlamında meselelerin kısa vadeli çözümlerinden tedricen uzun vadeli çözümlerine yönelmemiz kaçınılmazdır. Maalesef, olayın düğümlendiği yer de burasıdır. Zira çözülecek kısa vadeli meseleyi siyaset, orta ve uzun vadeli meseleyi ise ekonomi olarak koyduğumuzda, karşılıklı etkileşimde çözümsüzlük karşımıza çıkmaktadır. Her şeye rağmen, sistemik adaletsizliklerin azaltılabilmesi kadar bizzat adaletsizliğin de anlatılabilmesi için hukuk sisteminin mutlaka özerkleştirilmesi, bu bağlamda olağan parlamenter ve kuvvetler ayırımı sistemine geçilip, fiili siyasetin arkasında bağımsız parlamento, yürütme organı ve yargı organı oluşturulmalıdır. Seçim yasası ile parlamentonun bir partinin ağırlığını değil, toplumu oldukça yaygın temsil eden bir sistem oluşturulmalıdır. Ne var ki, böylesi arzulanan değişim yerel yönetim seçimlerini dahi hazmedemeyen bir siyasi yönetimde kesinlikle kurulamaz. Yolumuz, kurucu meclis marifetiyle yeni anayasa ve yeni siyasi iktidarın oluşmasında aydınlanabilir.

İzzettin Önder

https://odatv.com/artikakpyiayaktasadeceoyapitutuyor16091914.html

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Venedik'te turist taşıyan otobüs üst geçitten düştü: 21 ölü, 15 yaralı İBB Meclisi'nde gerginlik! AKP'li Tevfik Göksu FETÖ hatırlatmasına dayanamadı, kürsüye yürüdü! Mansur Yavaş CHP’li belediyelere kalan borçları işaret etti: "Nasıl bir israf ve şatafatlı bir hayat sürüldüğünü gösteriyor" Pence: Ateşkese karar verildi, Barış Pınarı Harekatı duracak