T24 yazarı gazeteci Hasan Cemal, 'hiçbir şey sonsuza kadar sürmez'...
Hasan Cemal, "İyimserlik değil karamsarlık boy verdi iç dünyamda. Yakın geleceği göremedim çünkü. Dünyanın da, Türkiye'nin de önü karanlıktı.
Bu karanlığın içinden ne çıkacak, öngöremiyordum." ifadelerini kullanırken; Erdoğan'ın artık yükselmediğini yazdı.
İşte o yazı:
Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.
Demokrasi de gün gelecek tarihin sayfaları arasına gömülecek.
Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, özgür medya demek olan liberal demokrasi bugün orta yaş krizi içinde.
Perişanları oynuyor.
Demokrasiye daha iyi bir alternatif var mı?
Churhill 1947'de, “Demokrasi en kötü yönetim biçimidir” der, ama hemen arkasından, “Bugüne kadar denenmiş olan bütün yönetim şekilleri hariç olmak şartıyla..." diye ekler.
Amerikan demokrasisi Trump'ı aşabilir; ancak Erdoğan akla geldiğinde aynı şeyi Türkiye'de demokrasi için söylemek güçtür.
Batı demokrasisi yaşamakta olduğu orta yaş krizini aşacak!
Bu satırlar benim değil, elimin altındaki bir kitaptan aldım. Adı, Demokrasi Nasıl Sona Sona Eriyor (How Democracy Ends).
New York'ta geçen haziran ayında çıktı. Yazarı, David Runciman, Cambridge Üniversitesi'nden bir siyaset bilimi profesörü.
Bu satırları, cumartesi günü öğle vakti bahçemizdeki ağacın altında yazarken tepemde müthiş bir cayırtı ve gümbürtü koptu.
Yerimden fırladım.
Üç tane savaş uçağı...
Boğaz'ın üzerinden Şehitler Köprüsü istikametinde, arkalarında hızla buharlaşan beyaz izler bırakarak bir anda gözden yitip gittiler.
Tedirgin oldum.
Ne oluyor, sorusu ister istemez kıvrıldı kafamın içinde...
15 Temmuz gecesini hatırladım.
Ankara'da, darbe zamanlarında Çankaya Köşkü üzerinden uçurulan jet uçaklarının çıkardığı korkutucu seslerle, başkent sokaklarında boy gösteren tankların paletlerinden çıkan o gacır gucur ürpertici sesler aklıma geldi.
Askeri darbeler...
Yine olabilir mi?
Okuduğum kitap olabilir demekle birlikte askeri darbelerin artık geçmişte kaldığının altını çiziyor.
Askeri darbelerin yerini, günümüzde seçim sandığından çıkan sivil darbelerin aldığına işaret ediyor.
Verilen örnekler arasında Türkiye'yle Erdoğan var tabii...
Kitapta uzun uzun demokrasiye dair alternatifler anlatılıyor, tartışılıyor. Çin modeli bu çerçevede yerini alıyor.
Yükselen popülist milliyetçiliği besleyen kaynaklar da büyüteç altında.Kitapta şu noktalara da dikkat çekiliyor:
Kapatby ReklamStore
İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen 40 yıllık Soğuk Savaş döneminde liberal demokrasinin en iyi zamanlarını yaşadığı...
Çünkü kapitalizmin istikrarlı bir ekonomik büyümeyle birlikte hayat standartlarını yükselttiği...
Refah devletine kapıyı açtığı...
Sağlık, eğitim gibi alanlarda gelişme sağladığı...
Böylece siyasal elitin de kitlelerin güvenini kazandığı belirtiliyor kitapta.
Günümüzde ise özellikle son yirmi yılda, bütün bu alanlarda geriye gidişin yaşandığını, bunun daliberal demokrasileri fena halde gerilettiğini, kitleler nezdindeki çekiciliğine darbe indirdiğini söylüyor, Cambridge'li siyaset bilimi hocası...
Son zamanlarda demokrasinin halleriyle ilgili olarak epeyce kitap okudum. Çoğu bu yıl çıkmış olan kitapların yazarları, Amerika ve İngiltere'nin önde gelen üniversitelerinden akademisyenlerdi.
Pek öyle içim açılmadı bu kitapları okurken.
İyimserlik değil karamsarlık boy verdi iç dünyamda.
Yakın geleceği göremedim çünkü.
Dünyanın da, Türkiye'nin de önü karanlıktı.
Bu karanlığın içinden ne çıkacak, öngöremiyordum.
Öngören de pek yoktu, okuduklarım arasında...
Bu nedenle de, Cambridge'li akademisyen David Runciman'ın bu kitabının sayfaları arasında dolaşırken, genellikle yanıtsız birçok soru uçuştu kafamda...
19. Yüzyılla 20. Yüzyılın başlarındaki vahşi kapitalizm dönemini düşündüm.
Bu dönemin insanlığın başına açtığı korkunç felaketleri anımsadım.
Birinci Dünya Savaşı...
Mussolini...
Stalin...
Büyük Ekonomik Buhran...
Hitler...
İspanya İç Savaşı, Franko...
İkinci Dünya Savaşı...
Ve sonrasındaki totaliter rejimler...
Dünya yine böyle korkunç acıların yaşandığı kapkaranlık bir döneme sürüklenebilir mi?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin vahşi yanları törpülenmiş, kapitalizm sosyal refah devleti ile epeyce ehlileştirilmiş, kitlelerin hayat standartları yükselmişti.
Vahşi değil güler yüzlü kapitalizm tarih sahnesine çıktı.
Bu sayede, İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren siyaset sahnesinde liberal demokrasinin yıldızıparlamaya başladı ve tarihin en büyük barış projesi olarak Avrupa Birliği'nin temelleri atılarakmilliyetçilik hastalığının tedavisine ciddi olarak el atıldı.
Batı'nın demokrasi projesindeki AmerikaAvrupa ittifakıyla Soğuk Savaş sonrasında kırk yıllık demokrasi dönemi açıldı, bu da 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla sonuçlandı.
Bundan sonraki 20 yıl boyunca da, tarihin sonu çığlıklarıyla liberal demokrasinin zafer sarhoşluğu yaşanacaktı.
Ancak bunun böyle olmadığı son 10 yılda belli oldu. Batı'da patlayan 2008 mali krizi ile birlikteküresel kapitalizmin çöküş hâlleri gözler önüne serildi.
Türkiye'de yarın ne olacak, biliyor muyuz? Karanlıktayız
Küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasal elitleri açgözlülükleri ve kibirleriyle sınıfta çaktılar.
Amerika'da Trump böyle kazandı.
Avrupa'da milliyetçilik ve popülizm böyle sahne almaya başladı.
Irkçı, yabancı düşmanı, Müslüman düşmanı, farklılıklardan hiç hazzetmeyen, demokrasiyi sevmeyen siyasal akımlar Avrupa Birliği'nin sınırları içinde böyle güçlendiler, hatta iktidara tırmandılar.
Şimdi böyle bir Amerika var.
Böyle bir Avrupa var.
Bu karanlık süreç devam edecek mi?
İnsanlığın başına yine korkunç felaketler sarılacak mı?
Bu hortlakların dansı bir süredir yine gözümüzün önünde.
Sorular da ister istemez kulaklarımıza çalınmakta:
Faşizm, Nazizm, Komünizm benzeri rejimler Batı'da yine sahne alacak mı?
Yoksa, küresel kapitalizm kendini toparlayacak mı?
Kendini reforme edebilecek mi?
Yeniden istikrarlı bir büyüme rayına oturabilecek mi ekonomiler?
İşsizliğe, yoksulluğa ve eşitsizliklere çözümler üretebilecek mi?
Güler yüzlü bir hâl alarak liberal demokrasiyi yeniden güçlendirebilecek mi?
Yüzlerini demokrasiden popülizme, otoriter ve diktatoryal düzenlere çevirmiş ve yeniden milliyetçi rüzgârlara kapılmış olan kitlelerin güvenini yeniden kazanabilecek mi?
Böyle bir ihtimal var mı?
Yoksa küresel kapitalizm ve küresel elitlerin bugün artık böyle niyetleri yok mu?
Bu konuda, boşuna umutlanma diyen sesler de kulağıma geliyor.
Diyorlar ki:
Demokrasinin gerçek altyapısı kapitalizm değil, sosyalizmdir!
Olabilir.
Ama ben de onlara diyorum ki, bu sosyalizm dediğiniz nedir, hele bi gelin de anlatın.
Bir şeylerin çökmekte olduğu çok açık da, yerine neyin gelmekte olduğunu öngörmek çok zor.
Türkiye'de yarın ne olacak?
Biliyor muyuz?
Hayır.
Karanlıktayız.
Peki ya Erdoğan?..
Artık yükselişte değil.
Çöküşe geçti.
Ama ondan nasıl, ne zaman kurtulacağız?
Bilen var mı?
Sanmıyorum.
Onun yerine ne, nasıl bir düzen gelecek?
Biliyor muyuz?
Sanmıyorum.
İyi pazarlar!
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/erdoganartikcokusegectih111660.html